Başarılı bir gizem yazarı olan Rachel Carlson, dışarıdan bakıldığında kusursuz bir hayata sahiptir. Ancak yedi yaşındaki oğlu Thomas'ın bir kaza sonucu boğularak hayatını kaybetmesiyle Rachel'ın dünyası bir anda yıkılır. Bu trajediden sonra yazmaya devam edemez, eşiyle ilişkisi dağılır ve Rachel ağır bir suçluluk duygusu ve yas içinde boğulur. Yakın arkadaşı, onun toparlanabilmesi ve yazarlık kariyerine yeniden odaklanabilmesi için uzak, tenha bir balıkçı kasabasında ona bir ev kiralar.

Rachel, İskoçya'nın sisler içindeki bu kasabasına taşındığında başta her şey huzur verici görünür. Deniz kenarındaki ev, yazmak için ideal bir ortam gibidir. Ancak kısa süre sonra çevresinde tuhaf olaylar yaşanmaya başlar. Gece yankılanan ayak sesleri, aniden ortaya çıkan gizemli notlar ve geçmişe dair rahatsız edici imgeler, Rachel’ın zihnini kurcalamaya başlar. Küçük bir çocuğun hayaletiyle karşılaştığını iddia eder ama çevresindekiler onun yas sürecinde hayal gördüğünü düşünür.

Rachel gerçek ile hayal arasındaki çizginin silikleştiği bu ortamda, hem kendi geçmişiyle hem de kasabanın karanlık sırlarıyla yüzleşmek zorunda kalır. Kasabanın sakinlerinin geçmişe dair ketum tavırları ve evin önceki sahibiyle ilgili gizemli söylentiler, Rachel’ın paranoyasını giderek artırır. Bir yandan kendi akıl sağlığını korumaya çalışırken, bir yandan da oğlunun ölümünün arkasında gerçekten doğaüstü bir şey olup olmadığını araştırmaya başlar.

Atmosferik gerilimi, sahil kasabasının yalnızlığı ve Rachel’ın psikolojik çözülüşü üzerine kurulu bu film, Alfred Hitchcock’un izinden giden bir anlatım diliyle izleyiciyi son ana kadar şaşırtmayı başarıyor. Her detayın altında yeni bir sır gizli, her sessizlikte bastırılmış bir çığlık yankılanıyor.