John Clark, başarılı bir emlak avukatı olarak işinde saygı gören, ailesiyle huzurlu bir hayat süren sıradan bir adamdır. Ancak dışarıdan mükemmel görünen bu hayatının içinde, derinlerde bastırdığı bir eksiklik ve anlam arayışı vardır. Her gün işe gidip gelirken, tren yolculuğunun bir noktasında gözleri hep aynı pencereye takılır: Bir dans stüdyosunun camında, melankolik bakışlarıyla dışarıyı izleyen gizemli bir kadın, Paulina.

Bu gizemli kadının kim olduğunu öğrenmek ve belki de hayatında yeni bir heyecan bulmak isteyen John, aniden dans derslerine yazılır. Başlangıçta oldukça beceriksizdir ve kendini yanlış bir karar almış gibi hisseder. Paulina ise onun ilgisini fark eder ama net bir şekilde uyarır: Dansı ciddiye almadığı sürece onunla iletişim kurmasının bir anlamı yoktur ve romantik bir beklentisi olmamalıdır.

Zamanla John, dansın yalnızca fiziksel bir aktivite değil, kendini ifade etmenin, disiplinin ve özgürlüğün bir yolu olduğunu keşfeder. Paulina'nın rehberliğinde dansa gerçekten bağlanmaya başlar. Bu tutku, onu Chicago’daki prestijli bir dans yarışmasına hazırlanma sürecine kadar götürür. Ancak John’un bu yeni tutkusu, başta karısı olmak üzere çevresindeki herkesin dikkatini çeker. Vakit geç saatlere kadar evde olmaması, garip davranışları ve gizemli halleri karısının kafasında şüpheler uyandırır.