Bir tüp bebek merkezinde gerçekleşen beklenmedik bir hata, iki farklı dünyadan gelen iki kadının yaşamlarını geri dönüşü olmayan bir şekilde birbirine bağlar. Bu kadınlar, bebek sahibi olma hayalini gerçekleştirmek için aynı kliniğe başvurmuş, ancak yumurtalarının karıştığını hamileliklerinin ilerleyen bir döneminde öğrenmişlerdir. Bu durum hem duygusal bir karmaşayı tetikler hem de onları derin bir yüzleşmeye sürükler.

İlk kadın, düzenli ve disiplinli bir hayat süren, mükemmeliyetçi bir iş kadınıdır. Hayatını planlı bir şekilde yöneten bu kadın için bu hata, kontrolünü kaybettiği bir kaosa dönüşür. Diğeriyse, daha bohem ve özgür ruhlu, hayatı akışına bırakan bir sanatçıdır. İkisinin hayata bakış açısı, değerleri ve annelikle ilgili beklentileri tamamen zıttır.

Başta birbirlerine tamamen tahammülsüz olan bu iki kadın, başlangıçta suçlamalar ve öfke dolu tartışmalarla karşı karşıya gelirler. Ancak, bebekleriyle olan bağları derinleştikçe, yaşadıkları durumun sıradan bir hatadan çok daha karmaşık ve insani bir mücadele olduğunu fark ederler. Bir yandan biyolojik olarak kendi kanlarından olmayan çocukları taşımanın duygusal ağırlığıyla başa çıkmaya çalışırken, diğer yandan doğmamış bebekleri için en doğru kararı vermek zorundadırlar.

Bu süreç, kadınların kendi geçmişleriyle yüzleşmesine, annelik kavramını yeniden sorgulamalarına ve hayatlarının en derin korkularıyla baş etmelerine neden olur. İki farklı kişilik, yaşanan bu trajik hatanın ortasında hem birbirlerinden bir şeyler öğrenir hem de aralarındaki zorunlu bağ, beklenmedik bir dayanışma hikayesine dönüşür.

Hikâye, hem duygusal hem de mizahi dokunuşlarla, insanlık halleri üzerine güçlü bir anlatı sunar. Anneliği, kimliği ve yaşamlarımızdaki kontrolsüzlüğü ele alan bu öykü, izleyenlere düşündürücü bir bakış açısı kazandırır.