Clara ve Eleanor, insanlık tarihinin karanlık kıvrımlarında 200 yıldır gizlenerek yaşamlarını sürdüren iki vampirdir. Dışarıdan bakıldığında göz kamaştırıcı güzellikleriyle dikkat çekerler, ancak kimse onların aslında anne-kız olduğunu bilmez. Hayatlarını gizlilik içinde sürdürmek zorunda olduklarından kendilerini genellikle iki kız kardeş olarak tanıtırlar. Her yeni şehir, her yeni kimlik onların hayatta kalma mücadelesinin bir parçasıdır.

Clara, geçmişin ağırlığını sırtından atmaya kararlıdır. Hayatta kalmak için gereken her şeyi yapabilecek kadar gözü karadır; bedenini, zekâsını ve acımasızlığını kullanarak Eleanor’a güvenli bir gelecek sağlamaya çalışır. Ancak Eleanor artık kaçmaktan bıkmıştır. Yüzyıllardır süren bu kaotik yaşamın içinde ilk kez bir durak, bir sığınak arar. Vicdanı her geçen gün daha da ağır basmakta, içini dökme isteğiyle yanıp tutuşmaktadır.

Bir cinayetin ardından geride iki ceset kalınca, dikkatleri üzerlerine çekmemek için İngiltere'nin taşra kasabalarından birine kaçarlar. Bu kasabada Clara bir pansiyon açar, Eleanor ise yerel bir okula yazılır. Ancak bu yeni hayatlarında geçmişin izleri peşlerini bırakmaz. Eleanor, yazdığı gizemli hikâyelerle öğretmenlerinin ve çevresindekilerin ilgisini çekmeye başlarken, Clara geçmişten gelen bir tehdidin yeniden yüz göstermesiyle içgüdülerini bir kez daha devreye sokmak zorunda kalır.

Film, vampirlik temasını aksiyondan çok duygusal ve dramatik yönüyle ele alır. Clara’nın korumacı anneliği ile Eleanor’un safiyetle dolu içsel çatışmaları arasındaki tezat, izleyiciye hem bir hayatta kalma öyküsü hem de nesiller arası bir bağın yoğun psikolojisini sunar. Gotik bir atmosferde geçen bu hikâye, klasik vampir mitolojisinin ötesinde; aidiyet, kimlik ve insanlık özlemi üzerine yoğun bir sorgulama barındırır.