Yıllardır görev başında olan, idealist bir polis memuru, adaletin herkes için eşit olmadığını görmeye başladığında kendini bir yol ayrımında bulur. Şehrin varlıklı kesiminde devriye gezen, ancak toplumun daha yoksul kesiminden gelen siyahi bir polis memuru olarak, hem meslektaşları hem de korumakla yükümlü olduğu insanlar tarafından sürekli sorgulanmaktadır.

Zamanla, yaşadığı ayrımcılık ve gördüğü çifte standartlar onu içten içe tüketmeye başlar. Suç oranlarının düşük olduğu, ancak yozlaşmış bağlantılarla dolu olan bu lüks mahallenin sakinleri, kendilerini yasaların üzerinde görmektedir. Uyuşturucu, rüşvet ve cinsel saldırılar gibi suçlar sürekli örtbas edilirken, kendisi ve onun gibi olanlar en küçük hatalarında bile acımasızca cezalandırılmaktadır.

Son damla, görev başında olduğu bir gece gelir. Genç bir siyahi çocuğun haksız yere öldürülmesine tanık olur ve suçluların güçlü bağlantıları nedeniyle cezasız kalacağını öğrenir. İçindeki öfke, yıllardır bastırdığı adaletsizlik duygusuyla birleşerek patlama noktasına ulaşır. Artık yalnızca bir kolluk kuvveti değil, kendi adaletini sağlamaya kararlı biri haline gelir.

Önce küçük hamlelerle başlar: Geçmişte göz yumduğu yasadışı anlaşmaları açığa çıkarmak, yozlaşmış iş insanlarının kirli çamaşırlarını ortaya dökmek… Ancak bu yetmez. Bir noktadan sonra kontrolü kaybeder ve bireysel intikam eylemlerine girişir. Gözünü hırs bürümüş bu adam, düşman mı, kahraman mı olduğu sorusuyla karşı karşıya kalırken, zamanla kendisinin de adaletsizlik zincirinin bir parçası olup olmadığını sorgulamaya başlar.

Ama bir kez çizgi aşıldığında geri dönüş var mıdır? Şimdi onu yakalamaya çalışan meslektaşları ve ifşa ettiği güçlü isimler karşısında, ne kadar ileri gitmeye hazırdır?