Yirmili yaşlarının başında, genç bir kadın, doğup büyüdüğü Filistin köyünü geride bırakarak Avrupa’ya doğru bilinmez bir yolculuğa çıkar. Hayali, sahnelerde yer almak ve bir gün tanınan bir oyuncu olmaktır. Ancak bu hayalin peşinden gitmek, annesini, büyükannesini ve yedi kız kardeşini geride bırakmak anlamına gelir. Onun için bu, sadece bir coğrafyadan ayrılmak değil, aynı zamanda köklerinden kopmak ve belirsizliklerle dolu bir geleceğe adım atmaktır.

Aradan otuz yıl geçer. Artık bir sinema oyuncusu olarak kendi yolunu çizmiş olan bu kadın, kızıyla birlikte doğduğu topraklara geri döner. Onun kızı ise bir yönetmendir; annesinin hikâyesini anlamaya, onun geçmişine ve aldığı cesur kararlara dair sorular sormaya hazırdır.

Bu dönüş, sadece fiziksel bir yolculuk değil, aynı zamanda iki nesil arasında sessizce büyüyen soruların gün yüzüne çıkmasına neden olan duygusal bir hesaplaşmadır. Genç kadın, annesinin nasıl olup da her şeyi geride bıraktığını, neden seçtiği sürgün hayatına razı olduğunu ve ailelerindeki kadınların hayatlarına nasıl yön verdiğini sorgular.

Anne ve kız, geçmişle bugün arasında köprü kurmaya çalışırken, aile bağlarının gücünü, kadınların suskunluk içinde nasıl birbirine destek olduğunu ve aidiyet kavramının ne anlama geldiğini yeniden keşfederler. Annelerin aldığı kararların kızlarının hayatını nasıl şekillendirdiğini, göçün ve hayallerin geride bıraktıkları üzerindeki etkisini sorgularken, bu yolculuk, sadece geçmişi anlamakla kalmaz, aynı zamanda geleceğe dair yeni bir perspektif kazandırır.

Annesinin köyüne dönen genç kadın, şimdiye kadar hiç fark etmediği ayrıntılara daha yakından bakar: Yıllar içinde değişen ama bazı şeyleri hep aynı kalan sokaklar, sessizce yaşlanan yüzler, annesinin bıraktığı hayatın gölgesi... Bu dönüş, kimlik, aidiyet ve kadınlar arasındaki derin bağlar üzerine unutulmaz bir yolculuğa dönüşecektir.