The Witch (The VVitch: A New-England Folktale), 17. yüzyıl İngiltere’sinde geçen, atmosferiyle izleyiciyi derin bir huzursuzluğa sürükleyen, tarihi bir korku filmidir. Robert Eggers’ın ilk uzun metrajlı yönetmenlik denemesi olan bu film, sadece doğaüstü unsurlarıyla değil, aynı zamanda dini fanatizm, paranoya ve aile içi çözülme temalarıyla da öne çıkar.

William ve Katherine çifti, radikal Hristiyan inançları sebebiyle yaşadıkları cemaatten ayrılmak zorunda kalır ve beş çocuklarıyla birlikte ıssız bir ormanın kıyısında izole bir hayat kurarlar. Ancak bu yeni başlangıç kısa sürede korku dolu bir kabusa dönüşür. Ailenin en küçük bebeği Sam, Thomasin’in gözetimindeyken gizemli bir şekilde ortadan kaybolur. Bu kayboluş, doğaüstü güçlerin varlığını sezen ailede ilk çatlağı yaratır.

Thomasin, gençliğin ve bastırılmış duyguların eşiğindedir. İlahi sesler duyduğunu söylemesi, onun günahkâr ya da lanetli olduğu yönündeki suçlamaları beraberinde getirir. İkiz kardeşleri Mercy ve Jonas, ormandaki “Siyah Philip” adını verdikleri keçiyle konuştuklarını iddia eder, ürpertici kafiyeler mırıldanarak evdeki gerginliği tırmandırırlar. Ortanca çocuk Caleb ise ormanın karanlığına adım attığında, ailenin son umudu da yavaş yavaş sönmeye başlar.

Film, büyücülük iddialarının, dini baskıların ve içe kapanmış bir ailenin çöküşünün alegorik bir anlatımıdır. Eggers, dönemin İngilizcesine sadık diyalogları ve doğal ışıkla çekilmiş sinematografisiyle, izleyiciyi 1600’lerin karanlık atmosferine taşır. The Witch, sadece bir korku filmi değil, aynı zamanda inanç ile akıl arasındaki çatışmanın, masumiyetin kaybının ve kadın kimliğinin tarihsel bağlamda sorgulandığı psikolojik bir gerilimdir.

Ailenin içine sızan korku, dışarıdan gelen bir tehditten çok, kendi içlerinden büyüyen bir çöküşe dönüşür. Ve ormanın derinliklerinden gelen kötülük, belki de yalnızca bastırılan arzuların ve korkuların yansımasıdır.