Sakshi, ilk çocuğuna sekiz aylık hamileyken eşi Hemant ile birlikte yaşadıkları şehirden zorla çıkarılır. Hayatlarını kurtarmak için şehirden uzaklaşarak, şeker kamışı tarlalarının ortasında yer alan ıssız ve terkedilmiş bir eve sığınmak zorunda kalırlar. Ancak bu ev, sadece sessizliğiyle değil, geçmişine gömülü karanlık sırlarıyla da tehlikeler barındırmaktadır.

Başta güvenli bir sığınak gibi görünen bu ev, zamanla Sakshi ve doğmamış çocuğu için bir kâbusa dönüşür. Evde kaldıkları süre boyunca Sakshi; geceleri yankılanan gizemli bir ninni, eski bir transistör radyodan gelen boğuk sesler ve gözlerinin önünde beliren üç gizemli çocukla yüzleşir. Bununla da kalmaz, yanıklarla kaplı bir canavarın silueti Sakshi’nin zihnini tehdit etmeye başlar.

Korku ve paranoya arasında gidip gelen Sakshi, hem fiziksel hem de zihinsel olarak sınırlarının zorlandığı bir hayatta kalma savaşına girer. Evdeki sırlar bir bir açığa çıkarken, Sakshi sadece kendisini değil, karnındaki bebeği de bu lanetli geçmişten korumak zorundadır.

Gerilim, doğum sancıları gibi gittikçe artarken, Sakshi'nin içgüdüleri, geçmişte yaşanan korkunç olaylarla bugünün arasındaki bağı çözmek için onu yönlendirmeye başlar. Peki ya bu evde saklanan sırlar gerçekten geçmişe mi ait? Yoksa Sakshi'nin kırılmak üzere olan zihninin birer yansıması mı?

Bir annenin korku, içgüdü ve hayatta kalma mücadelesine tanık olacağınız bu hikâyede, doğumdan önce gelen karanlık, her şeyin sonu olabilir.