Feramus, yıllardır şehirde sürdürdüğü akademik kariyerin ardından, babasının ölüm haberiyle doğduğu kasabaya dönmek zorunda kalır. Üniversitede felsefe dersleri veren ve hayatı boyunca aklıyla hareket eden Feramus, kasabaya geldiğinde, terk ettiği geçmişle yüzleşmek zorunda kalır. Babasından kalan eski evdeki işlerini halletmeye çalışırken, küçük kasaba hayatının ağırlığını hissetmeye başlar. Bu süreçte, kasabanın yıkık dökük ve artık kullanılmayan havaalanında çalışan, tuhaf bir yalnızlığa gömülmüş Arif’le tanışır. Arif, yıllardır kimsenin ayak basmadığı bu havalimanında tek başına görev yapar, ama nedenini kendisi bile bilmemektedir. Onun yalnızlığı, Feramus’un ilgisini çeker ve ikili arasında beklenmedik bir dostluk gelişir.

Feramus’un hayatına giren bir diğer kişi ise, komşusu Betül’dür. Betül, kasabada kızıyla birlikte zorlu bir yaşam sürmektedir. Küçük kızı, ciddi bir hastalıkla mücadele etmekte ve bu durum, Betül’ü her geçen gün daha da yıpratmaktadır. Aynı zamanda yerel belediye tiyatrosunda oyunculuk yapan Betül, tiyatro sayesinde hayata tutunmaya çalışsa da, hayatındaki sıkıntılar onu boğmaya başlamıştır.

Feramus, kasabaya sadece kısa süreli bir ziyaret için gelmişken, bu iki karakterle kurduğu bağ sayesinde, kasabanın ve kendi geçmişinin derinliklerine iner. Arif’in anlamsız bekleyişi, Betül’ün umutsuz yaşam mücadelesi ve kendi hayatında aradığı anlam arasındaki boşluklar yavaş yavaş kapanmaya başlar. Babasının ölümüyle başlayan bu yolculuk, Feramus için sadece geçmişle hesaplaşma değil, aynı zamanda yeni bir hayatın kapılarını aralamak anlamına gelir.

Arif, Betül ve Feramus’un yollarının kesiştiği bu küçük kasaba, her birinin hayatında köklü değişimlerin habercisi olur. Geçmişin hayaletleriyle yüzleşmek, hayatta anlam arayışı ve insanın kendi iç yolculuğunu keşfetmesi üzerine yoğun bir hikaye anlatan bu süreç, her üçünün de kaderini derinden etkiler.