Etnik Shan halkına mensup genç bir kadın olan Sorn, savaşın, yoksulluğun ve dışlanmışlığın gölgesinde büyümüştür. Anavatanını geride bırakıp Tayland’ın kuzeyindeki Chiang Mai’ye sığındığında, beraberinde taşıdığı sadece bir sırt çantası ve içinde susmayan bir geçmişin sesleridir. Mülteci olarak geldiği bu kentte, hayatta kalmak için vücudunu satar; ancak bunu yalnızca çaresizliğin değil, aynı zamanda hayatta kalmanın ve direnmenin bir biçimi olarak görür.

Sorn'un hayatı, rutinleşmiş geceler ve yabancı yüzlerle örülü bir yalnızlık içinde sürerken, bir gün karşısına çıkan bir müşteriyle her şey değişmeye başlar. Bu adam, başta diğerleri gibi görünür; sessiz, mesafeli, para karşılığında dokunan biri. Fakat zamanla bu adamın aslında Tayland’ın baskıcı sistemine karşı mücadele eden bir siyasi aktivisti araştıran, gizli bir geçmişe sahip bir gazeteci olduğu ortaya çıkar. Ülkedeki azınlıkların ve mültecilerin maruz kaldığı adaletsizlikleri belgeleyen bu adam, Sorn'un hikâyesine de odaklanır.

Başlangıçta yalnızca çıkar ilişkisi gibi görünen bu karşılaşma, kısa sürede sınırlarını aşar. İki farklı dünyanın insanı olan Sorn ve gazeteci arasında karmaşık bir bağ filizlenir. Bu bağ, hem duygusal hem de politik bir gerilimle örülüdür; zira Sorn’un kimliği, yaşadığı travmalar ve içinde yaşadığı sistem, adamın ortaya çıkarmaya çalıştığı karanlık gerçeklerin tam ortasında yer almaktadır.

Gazeteci, Sorn’un hayatını bir dosya konusu olarak başlatırken, zamanla onu yalnızca bir tanık değil, aynı zamanda direnişin sembolü olarak görmeye başlar. Ancak bu yakınlık, hem adamı hem de Sorn'u tehlikeli bir oyunun içine çeker. Tayland’daki mülteci politikaları, insan kaçakçılığı ağları ve devletin görünmeyen eli, ikisini de kıskacına almaya başlar.

Sorn, geçmişiyle yüzleşmek, kimliğini sahiplenmek ve hayatını yeniden inşa etmek için en zor kararı vermek zorundadır: Hayatta kalmak için sessiz mi kalmalı, yoksa gerçeği ifşa ederek kendisini tehlikeye mi atmalı?