Bir balıkçı, teknesinin motorunun bozulması sonucu beklenmedik bir şekilde Güney Kore’ye sürüklenir. Bu, onun hayatındaki en büyük kazalardan biri gibi görünürken, aynı zamanda bir trajedinin de başlangıcıdır. Güney Kore'nin limanlarına vardığında, balıkçı bir dizi olayın peşinden sürüklenerek bir anda kendini işkence dolu sorgulamalar ve gözaltılarla karşı karşıya bulur. Güney Kore’de yaşadığı bu dehşet verici deneyimler, onu yalnızca fiziksel değil, zihinsel ve ruhsal bir çöküşe de sürükler. Onun basit bir denizci olarak yaşadığı dünyadan, çok daha karmaşık ve acımasız bir gerçekliğe girmesi, hayatının en zor dönemeçlerinden biri haline gelir.

Uzun süren sorgulama ve baskılar sonunda, Güney Kore'de bir yabancı olarak var olma şansı kalmayan balıkçı, Kuzey Kore'ye sınır dışı edilir. Ancak Güney Kore'den ayrılmadan önce, onu derinden etkileyen bir gerçeklikle yüzleşir: Ülke, göz kamaştırıcı bir ekonomik büyüme ve teknolojik ilerlemeyle tanınırken, aynı zamanda bu parlak yüzün ardında çok daha karanlık bir gerçekliğin gizlendiğini fark eder. Güney Kore’nin gökdelenlerle dolu, modern caddeleri arasında gezdiği zaman, yüzeyde her şeyin mükemmel olduğunu düşünse de, içsel bir huzursuzluk ve boşluk hissi onu terk etmez. İnsanların, sahip oldukları bu görkemli imkanlara rağmen, yorgun, mutsuz ve tatminsiz olduklarını görmek, balıkçıyı derinden etkiler.

Kuzey Kore'ye döndüğünde ise, Güney Kore’de tanık olduğu şiddet ve karmaşa, kendisini bir kez daha bulur. Ancak bu kez, ülkesine dönmüş olmanın getirdiği hayal kırıklığıyla birlikte, eski dünyasına dair sorgulamalar başlar. Güney Kore’de gördüğü modernite ve büyümenin ardından, Kuzey Kore'deki yoksulluk, baskı ve karanlık dünyasında karşılaştığı şiddet, ona yaşamın anlamına dair yeni sorular sorar. İki dünya arasındaki keskin farklar, zihninde bir sis perdesi gibi belirir. Güney Kore’nin yüzeydeki parlaklık ve refahı, Kuzey Kore’nin karanlık yapısıyla karşılaştırıldığında, birer yanılsama gibi görünmeye başlar. O, bu iki ülkenin birbirini tamamlayan karanlık yanlarını görmekle kalmaz; her iki tarafın da kendi içinde bir tür huzursuzluk ve kaybolmuşluk barındırdığını fark eder. Bu karmaşa, onu bir hayal kırıklığına sürüklerken, aynı zamanda insan doğasına dair derin bir umutsuzlukla tanıştırır.

Balıkçının zihnindeki bulanıklık, yalnızca iki ülke arasındaki farklarla ilgili değil; aynı zamanda insan ruhunun içinde var olan karanlıklarla ilgili bir keşfe dönüşür. Güney Kore’nin maddi başarıları ve Kuzey Kore’nin politik baskıları, ikisi de birer hapishane gibi hissettirmeye başlar. Bu, onu çok derin bir içsel çatışmaya sürükler; ne geçmişindeki basit balıkçı hayatı, ne de gelecekteki karanlık ve karmaşık dünya onu huzurlu kılmaktadır. Bu içsel çatışma, onun yaşamına dair köklü sorgulamalar yapmasına neden olur: Gerçekten neyin peşinden gitmelidir?