Bette Midler’in güçlü performansıyla hayat verdiği Rose karakteri, 60’ların sonunda yıldızlaşmış, ama şöhretin getirdiği baskılar ve çarpık yaşam tarzı yüzünden kendini yavaş yavaş tüketen bir rock divasıdır. Sahnedeki enerjisiyle kalabalıkları büyüleyen bu kadın, ışıklar söndüğünde ise içki, uyuşturucu ve yalnızlıkla mücadele eden kırılgan bir ruha dönüşür.

Rose’un hayatı, kendi yarattığı kaotik ve acı verici düzenin içinde sıkışıp kalmıştır. Ne kadar güçlü görünmeye çalışsa da, aslında bir çıkış yolu arayan, biraz dinlenmek, biraz da gerçekten sevilmek isteyen yorgun bir kalptir o. Menajeri (Alan Bates), onun bu kırılganlığını görmezden gelir ve yoğun konser takvimine devam etmesini ister. Rose, kendisine bir nefes alma fırsatı sunulması için yalvarır, ama karşılık bulamaz.

Umutsuzlukla dolup taşan Rose, kendisine gerçek bir sığınak olabileceğine inandığı biriyle karşılaşır: asi ve özgür ruhlu bir adam (Frederic Forrest). Onunla birlikte aşkı, huzuru ve sahici bir bağ kurmayı umar. Ancak ne yazık ki Rose’un taşıdığı duygusal yük ve bağımlılıkları, bu yeni ilişkiyi de hızla zehirler. İçsel fırtınaları o kadar büyüktür ki, hiçbir sevgi, hiçbir yakınlık onu durdurmaya yetmez.

Film, sahnelerin arkasındaki karanlığı, şöhretin bedelini ve bir yıldızın yavaş ama kaçınılmaz çöküşünü etkileyici biçimde anlatır. Rose’un hikâyesi, sadece bir müzik ikonunun değil, aynı zamanda ruhunun derinliklerinde kaybolmuş bir insanın çığlığıdır. Sahnedeki parıltının ardındaki kırılganlık ve yıkım, bu dramatik yolculukta tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilir.