Bu hikâye, Sevgililer Günü’nde kaderin bir cilvesiyle ölümcül bir kovalamacanın ortasında kalan iki iş arkadaşının hayatta kalma mücadelesini anlatıyor.

O gün, Seattle’ın romantik ışıkları altında, her şey sıradan görünüyordu. Şehir, aşkın büyüsüne kapılmış çiftlerle doluydu; restoranlar rezervasyonlarla dolup taşmış, caddelerde el ele yürüyen insanlar Sevgililer Günü’nün tadını çıkarıyordu. Ancak, rutin bir iş çıkışı buluşması yapan iki iş arkadaşı için gecenin atmosferi aniden kabusa dönecekti.

Yanlış zamanda, yanlış yerde olmak...
Bir seri katilin, hedefine aldığı çiftleri vahşice avladığı haberleri günlerdir şehirde konuşuluyordu. Ancak birbirlerine romantik bir ilgi duymayan bu iki iş arkadaşı, tehlikenin farkında olmadan akşam yemeği için buluşmuştu. O an, her şey bir yanlış anlamayla başladı. Masum bir tesadüf sonucu, katil onları Sevgililer Günü'nde seçtiği bir sonraki hedef olarak gördü.

Şimdi tek amaçları hayatta kalmak.
Seattle’ın karanlık ara sokaklarında başlayan kaçış, onları şehrin romantik ve mistik noktalarına sürükler. Işıltılı su kıyılarında, sisli parkların derinliklerinde ve çatı katlarının gölgelerinde adrenalinle dolu bir kovalamaca başlar. Tehlike her an peşlerindeyken, birbirlerine duydukları güvensizlik, zamanla mecburi bir dayanışmaya dönüşür.

Kaçış sadece fiziksel değil, duygusal bir yolculuğa da dönüşüyor.
Ölümün gölgesinde geçen bu çılgın gece, aralarındaki mesafeyi kapatır. İkisi de, bugüne kadar sakladıkları korkularıyla, hayal kırıklıklarıyla ve geçmişin yüküyle yüzleşmek zorunda kalır. Hayatta kalma içgüdüsüyle birleşen bu duygusal keşif, onları sadece tehlikeden değil, kendi iç dünyalarının karanlığından da kurtarabilecek midir?

Seattle’ın romantik atmosferinde, ölümün soğuk nefesiyle yarışırken, aşkın en beklenmedik anlarda filizlenebileceğini keşfeden iki insan... Bu kaçış, sadece bir hayatta kalma savaşı değil, aynı zamanda kaderin onlara sunduğu ikinci bir şans olabilir mi?