10 yaşındaki Willow, ailesiyle birlikte İngiliz vahşi doğasında, dış dünyadan tamamen izole edilmiş bir yerleşkede yaşamaktadır. Annesi ve babası, dış dünyayla neredeyse hiç temas kurmaz, Willow’u da bu korunaklı alanın dışına çıkmaması konusunda sürekli uyarırlar. Ancak yaşadığı bu tekdüze hayat, son zamanlarda çevresinde meydana gelen garip olaylarla sarsılmaya başlar. Ormanda duyduğu fısıltılar, evin çevresinde beliren gölgeler ve ailesinin geceleri ortadan kaybolması, Willow’un merakını körükler.

Bir gece, anne ve babasının ormana doğru gizlice ayrıldığını fark eden Willow, içindeki korkuya rağmen onları takip etmeye karar verir. Soğuk ay ışığının aydınlattığı, eski ağaçlarla dolu ormanda ilerlerken ailesinin kaybolduğu yönü takip eder ve sonunda onları, ormanın derinliklerinde bir açıklıkta bulur. Ancak tanık olduğu manzara, hayatını sonsuza kadar değiştirecektir. Babası, acı içinde kıvranarak korkunç bir dönüşüm geçirmekte, insan bedeninden uzaklaşıp vahşi ve bilinmeyen bir şeye dönüşmektedir. Annesi ise korku ve teslimiyetle bu değişimi izlemektedir.

Willow, gördükleri karşısında dehşete kapılır ancak geri dönmek için artık çok geçtir. O andan itibaren, ailesinin neden böylesine izole yaşadığını, geçmişlerini neden sır gibi sakladıklarını ve ormanda yankılanan fısıltıların ne anlama geldiğini anlamaya başlar. Kendi kanında da aynı lanetin mi aktığını yoksa kaçma şansı olup olmadığını sorgulamaya başlar. Ancak karanlık sırlar, yalnızca öğrenenleri değil, onları saklamaya çalışanları da yutar. Willow, ailesinin ve atalarının yıllardır sakladığı bu korkunç gerçeğin tuzağına düşerken, artık bir seçim yapmak zorundadır: Ya kaderini kabul edip doğasının çağrısına boyun eğecek ya da bu lanetten kurtulmak için her şeyi riske atacaktır.