Auschwitz kumandanı Rudolf Höss, eşi Hedwig, çocukları ve hizmetkârlarıyla birlikte rüya gibi bir hayat sürmektedir. Nazi Almanyası'nın en korkunç figürlerinden biri olarak bilinen Höss, ölüm kampının tam da kalbinde, tren raylarıyla gaz odaları arasında yer alan muhteşem bir evde yaşamaktadır.

Bu çarpıcı film, Martin Amis'in aynı adlı romanından uyarlanmıştır ve Höss ailesinin sıradan gündelik yaşamlarının gözler önüne serilmesiyle izleyiciyi derinden etkiler. Evleri, çiçekli geniş bahçeleri, seraları ve havuzlarıyla doludur ve görkemli yapıları, onların zengin ve lüks bir yaşam sürdüğü izlenimini verir.

Ancak, bu lüks ve refahın arka planında, Höss'ün sorumluluklarını yerine getirdiği Auschwitz'deki dehşet verici gerçeklik yatar. Ölüm ve acı dolu kampların duvarlarına bakan bu gösterişli evin karşısında, binlerce insanın acımasızca katledildiği gerçeği vardır.

Film, Höss ailesinin yaşamını ve sıradan gündelik rutinlerini gösterirken, aynı zamanda Nazilerin işlediği dehşet verici suçları da gözler önüne serer. Ölüm küllerinin evlerinin bahçesine serpilmesiyle birlikte, Höss ailesinin masumiyeti ve suçları arasındaki çelişkiyi vurgular.

Höss'ün ailesinin yaşam tarzıyla gerçeklik arasındaki çarpıcı tezat, izleyicilerde derin düşüncelere yol açar. Film, insan doğasının karanlık yönlerini ve tarih boyunca yaşanan korkunç olayların nasıl normalleştirilebileceğini sorgular. Aynı zamanda, insanlığın karanlık geçmişiyle yüzleşme ve bu tür korkunç olayların bir daha asla tekrarlanmaması için çaba gösterme gerekliliğini vurgular.