Black Water, izole edilmiş vahşi doğada geçen, gerilimi her an artan ve gerçek bir olaydan esinlenen bir hayatta kalma hikâyesidir. Film, Kuzey Avustralya'nın uçsuz bucaksız bataklıklarında geçen bu ölümcül yolculukta, doğanın acımasız yüzünü gözler önüne serer.

Gracie, eşi Adam ve kız kardeşi Lee, sıradan bir tatil planı yaparken, “Blackwater Barry” adlı bir balık avı turuna katılmaya karar verirler. Rehberleri Jim eşliğinde nehir boyunca ilerleyen küçük bir tekneyle uzak bir noktaya ulaşırlar. Ancak durdukları anda, vahşi doğanın sessizliğini bozan bir şey olur: dev bir tuzlu su timsahı aniden ortaya çıkar ve tekneye saldırır. Jim anında kurban olur, bot parçalanır ve hayatta kalan üç kişi kendilerini bataklıkta bir ağacın tepesine sığınmış halde bulur.

Cep telefonunun çekmediği, yardımın imkânsız olduğu bu ıssız coğrafyada, üçlü yalnızca zekalarına, cesaretlerine ve birbirlerine güvenmek zorundadır. Fakat çamurlu suyun içinde gizlenen dev yırtıcı her an, her hamlede oradadır—görünmeyen ama sürekli hissedilen bir tehdit olarak. Korku, panik ve çaresizlik içerisinde, grup arasındaki ilişkiler de sınanır; geçmişteki kırgınlıklar ve suçlamalar su yüzüne çıkar.

Gerilimi durmaksızın tırmandıran Black Water, minimal mekâna rağmen yoğun bir atmosfer yaratır. Su altında saklanan görünmeyen düşman, izleyicide sürekli bir tedirginlik duygusu yaratırken; gerçeklikten alınan ilham, yaşananların etkisini daha da sarsıcı kılar. Film, doğayla yüzleşmenin, hayatta kalma içgüdüsünün ve insan dayanıklılığının sınırlarını araştıran, sade ama sarsıcı bir gerilim deneyimi sunar.