Michèle, ellili yaşlarında, evsiz bir kadındır ve Paris Orly Havalimanı’nda zorlu ve yalnız bir yaşam sürdürmektedir. Hayatın ağır yükünü omuzlarında taşıyan Michèle, dışarıdan sert ve mesafeli görünse de içinde geçmişin yaralarını saklamaktadır. Öte yandan Theo, zihinsel engelli genç bir adamdır. Havalimanında basit işler yaparak çalışmakta ve kendisini çocukluğundan beri koruyan, aşırı korumacı "Teyze"sinin yanında yaşamaktadır. Theo’nun dünyası, terk edilme acısının gölgesinde, kısıtlanmış ama kendi içinde düzenli bir şekilde ilerlemektedir.

Bir gün Michèle, yıllardır görmediği oğlunu bulmaya karar verir. Onun peşine düşmek için Portekiz’in Lizbon şehrine gitmesi gerektiğini öğrenir. Bu zorlu yolculuğu nasıl gerçekleştireceğini düşünürken, Theo’nun saf ve iyi kalpli doğası devreye girer. Theo, Michèle’in isteğini kabul eder ve onu Lizbon’a götürmeyi teklif eder. Ancak Michèle’in bilmediği bir şey vardır: Theo’nun sadece bir arabası vardır, ama ehliyeti yoktur.

Bu ikili, çılgın bir maceraya atılarak Fransız kırsalının dolambaçlı yollarında bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuk, yalnızca Lizbon’a ulaşma çabası değil, aynı zamanda iki kırık ruhun iyileşme ve anlam arayışı haline gelir. Michèle, geçmişin izlerini takip ederken, Theo, korunaklı hayatından çıkarak kendi özgürlüğünü keşfetmeye başlar. Yol boyunca karşılaştıkları insanlar ve olaylar, hem onları hem de izleyiciyi derinden etkiler.

Bu hikaye, genellikle görmezden gelinen hayatların ve göz ardı edilen yolların içindeki insanlık, dostluk ve yeniden başlama temasını işliyor. Michèle ve Theo’nun yolculuğu, yalnızlık ve bağlılık arasında kurulan beklenmedik bir bağın dokunaklı bir portresi.