Eddie, lüks bir SUV’ye hırsızlık amacıyla girdiğinde, kendini ölümcül bir tuzağın içinde bulur. Bu tuzak, William adında kendisini bir "vigilante" yani adalet arayıcısı olarak gören, kendi adalet anlayışını acımasızca uygulayan bir adam tarafından kurulmuştur. William, suçluları cezalandırmak için acımasız bir yöntem izler ve Eddie de, bu adaletin kurbanı olmak üzere seçilen kişi olur.

Eddie'nin kaçacak hiçbir yeri yoktur. Lüks aracın içinde kilitli kalan Eddie, hayatta kalabilmek için her türlü yola başvurmak zorunda kalır. Ancak, kaçış her geçen saniye daha da imkansız hale gelir; içinde bulunduğu durum, gerçek bir kâbus halini alır. Aracın içinde geçirdiği her saniye, William'ın zekice yerleştirdiği tuzaklarla daha da tehlikeli bir hal alır. William'ın işlediği adalet, Eddie için sadece bir kabusa dönüşürken, Eddie'nin hayatta kalmak için vereceği mücadele, hayal edebileceği en kötü durumdan bile daha kötü bir hal alır.

Araç, sadece bir kaçış aracı değil, aynı zamanda Eddie’nin vicdanıyla yüzleştiği bir arenaya dönüşür. William’ın adalet anlayışı, Eddie’nin hayatını bir satranç tahtasına çevirirken, hayatta kalma mücadelesi, sadece fiziksel değil, psikolojik bir savaş haline gelir. Eddie’nin içindeki korku, çaresizlik ve öfke, adaletin ve intikamın nereye varacağına dair şüpheler yaratırken, hikayenin sonu ne kadar kaotik olursa olsun, bir şekilde sonunda “adalet” mi kazanacaktır, yoksa sadece bir intikam hikayesi mi ortaya çıkacaktır?