Bir elmas soygunu sonrası, adaletin yerini bulmasını sağlamak için görevlendirilen kararlı ve acımasız bir dedektif, kariyerinin en büyük vakasıyla karşı karşıya gelir. Soygun sırasında ortadan kaybolan değerli taşlar, kimseye güvenilmeyen bir dünyada gölgeler arasında saklanmaktadır. Dedektif, olayın baş şüphelisi olan gizemli bir suçlunun izini sürerken, bu arayış kişisel bir takıntıya dönüşür. Her adımda, sadece davayı çözmek için değil, aynı zamanda kendi geçmişindeki gölgelerle yüzleşmek için de mücadele eder.

Şüpheli ise zekası ve her adımı önceden hesaplayan doğasıyla dedektifi sürekli bir adım geride bırakır. Ancak bu, onun için sadece bir kaçış değil, aynı zamanda kendi vicdanıyla yüzleşme fırsatıdır. İki zıt karakterin yolları, sırlarla dolu bir oyunun ortasında kesişir. İkisi de gerçeği ortaya çıkarmak isterken, kimin av, kimin avcı olduğu giderek belirsizleşir.

Dedektif, iz sürecinde ailesini, dostlarını ve nihayetinde kendisini dahi sorgular hale gelir. Şüpheliyle olan bu bitmek bilmeyen kedi-fare oyunu, hayatını tamamen ele geçirir. Tüm bunlar, sonunda ikisinin de beklemediği bir yüzleşmeyi getirir: sadece birbirleriyle değil, aynı zamanda kendi içlerinde taşıdıkları sırlarla da yüzleşmeleri gerekir.

Sonunda, gerçeği ortaya çıkaran karşılaşma her şeyi değiştirir. Soygunun arkasındaki motivasyonlar ve saklanan sırlar açığa çıkarken, her iki karakter de adaletin ne anlama geldiğini ve gerçeğin her zaman kurtarıcı olup olmadığını sorgulamaya başlar. Bu karşılaşma, yalnızca olayın çözülmesini değil, aynı zamanda iki insanın da yeniden tanımlanmasını sağlayan bir dönüm noktası olur.