Ji-hoon, üniversite yıllarında Ye-eun’u ilk gördüğü anda kalbinin hızla çarptığını hatırlıyordu. Onun yanında olduğu anlarda hayat bulan Ji-hoon, yıllar geçse de bu duygunun peşini bırakmadığını fark etmişti. Ye-eun, onun için sadece geçmişin tatlı bir anısı değil, aynı zamanda hala içinde bir umut ışığıydı. Ancak kader, ikisini çok farklı yollara sürüklemişti.

Yıllar sonra, Ye-eun’un izini sürdüğünde, onun artık eskisi gibi neşeli ve canlı olmadığını gördü. Hayat dolu o genç kızın yerinde, solmuş bir ruh vardı. Onu bu hale getiren kişi ise kocası Hyung-oh’tan başkası değildi. Ye-eun, sevgi dolu bir evlilik yerine, korkunun esir aldığı bir cehennemin içine hapsolmuştu. Etrafındaki herkes onun mutlu bir hayat sürdüğünü sanarken, Ji-hoon gözlerindeki acıyı gördü.

Bu gerçekle yüzleşmek Ji-hoon’un içinde sönmeyen bir yangını yeniden alevlendirdi. Onu bu kabustan kurtarmalıydı. Ancak bunu yaparken hem Ye-eun’un hem de Hyung-oh’un gözünden uzak durmalıydı. Kendi varlığını gizleyerek, en doğru anı beklemeliydi.

Gölgelere saklanarak, Hyung-oh’un alışkanlıklarını, zaaflarını ve hatalarını inceledi. Ye-eun’un her adımını takip etti, ona zarar gelmeden nasıl yardım edebileceğini düşündü. Küçük işaretler bırakarak, Ye-eun’a yalnız olmadığını hissettirmeye çalıştı. Ancak Hyung-oh’un şiddeti arttıkça, sabretmek giderek zorlaşıyordu.

Zaman daralıyordu ve Ji-hoon’un tek bir seçeneği vardı: Ya riske girip Ye-eun’u kurtaracak, ya da onun her geçen gün daha da kaybolmasını izleyecekti. Ama bir hata her şeyi mahvedebilirdi. Üstelik Hyung-oh’un, gölgelerin içinde bir düşman olduğundan haberi vardı…