1890’ların çürüyen Rus İmparatorluğu’nda, Estonya'nın vahşi topraklarında, zorluklar içinde yaşam mücadelesi veren bir şair, Juhan Liiv, katil avına çıkar. Şiirlerinde yansıttığı karanlık duyguların izlerini, gerçeği bulmak adına takip etmek zorunda kalır. Hem bir şair hem de sıra dışı bir dedektif olarak, zalimce işlenmiş cinayetleri çözmeye çalışırken, Estonya'nın hem yoksul köylerine hem de Alman soylularının ihtişamlı şatolarına kadar uzanan tehlikeli bir yolculuğa çıkar. Ancak en karanlık mekanlar, her zaman görünenin çok ötesindedir.

Juhan, zorla kabul ettirilen ve dışlanan bir adamdır. Birçoklarına göre delidir; gözlerinde var olan o uğursuz parıltı, onun akıl sağlığının sorgulanmasına yol açmaktadır. Fakat Juhan’ın içindeki kaos, dışarıdaki karanlıkla bağlantılıdır. Estonya’nın en derin ormanlarında hala cadılık yapan halk, onu hem korkutmakta hem de merak etmektedir. Yine de, Juhan’ın görevini yerine getirme şekli, çoğu insan için anlaşılmazdır.

Önüne çıkan her cinayet, onu farklı bir dünyaya sürükler. Uçsuz bucaksız ormanlarda eski ritüellerin izini süren Juhan, aynı zamanda soyluların yozlaşmış dünyasında da ayakta kalmaya çalışır. Hükümetin ve soyluların gücü karşısında yalnız kalır, ancak ne olursa olsun, doğruyu bulma azmi onu asla geri adım attırmaz.

Estonya'nın karanlık sokaklarında, soyluların şatolarında ve ormanların derinliklerinde geçen her soruşturma, Juhan’ın geçmişiyle yüzleşmesini sağlar. Kendisiyle barışmaya, içindeki deliliği anlamaya çalışırken, bir yandan da tüm bu kaosun ve kötülüğün arasında adaleti arar.

Sonunda, doğruyu ve gerçeği bulmanın gücüne inanarak, Juhan Liiv’in akıl sağlığı konusunda atfedilen yargıların bir maskara olduğunu anlayacak ve en deliliği barındıran insanın aslında en akıllı olanı olduğunu ortaya koyacaktır.