Eflâtun, 17. yüzyılda İstanbul’da yaşamış bir minyatür ustasıdır. Renklerin ve fırçaların dilini öylesine iyi konuşur ki, her bir tablonun ardında bir dünya, bir hikaye saklıdır. Ancak bir gün, Eflâtun’un hayatı, hiç beklemediği bir şekilde, ona ait olmayan bir yolculuğa çıkar. Osmanlı İmparatorluğu’nun en yüksek makamlarına sahip olan vezirlerden biri, onu zorla kendi konağına çağırır. O an, Eflâtun ne kadar ünlü bir sanatçı olursa olsun, sanatının ötesinde bir şeyin peşindedir. Vezirin isteği, onun yeteneklerinin sınırlarını zorlayacak kadar ciddi ve tehlikelidir.

Öğrenir ki, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanan Danyal adlı bir şehzade, uzak bir eyalette yakalanmış ve idam edilmek üzere hüküm giymiştir. Ancak vezir, şehzadenin kimliği konusunda bir şüpheye düşer. Şehzadenin gerçekten Danyal olup olmadığını öğrenebilmek için, Batılı tarzda bir portre yapılması gerekmektedir. Eflâtun’dan istenen, tarihsel bir figürün değil, bir efsanenin portresini yapmaktır. Fakat bu görev, sadece bir sanatçı olarak değil, aynı zamanda insan olarak da Eflâtun’u derinden sarsacak ve onu içsel bir sorgulamaya itecektir.

Eflâtun, verilen emir doğrultusunda, seçme bir grup adamla birlikte zorlu bir yolculuğa çıkmaya karar verir. Başkent İstanbul'dan Anadolu'nun uzak köylerine doğru uzun bir yolculuğa koyulur. Yolda, karşılaştıkları ve yanlarına aldıkları Leyla, Eflâtun’un hayatına dokunan en büyük değişim kaynağı olacaktır. Leyla, sadece bir yol arkadaşı değil, aynı zamanda Eflâtun’un dünyayı ve insanları algılayış biçimini değiştiren bir figür haline gelir. Yolculuk boyunca, ikisi arasında başlayan derin bir bağ, Eflâtun'un hem içsel çatışmalarına hem de dış dünyadaki bu tehlikeli görevine dair farkındalığını artırır.

Büyük bir duygusal yoğunlukla şekillenen bu yolculuk, Eflâtun’un hem sanatsal yeteneklerini hem de insana dair bakış açısını yeniden şekillendirir. Zorlu yollar, tehlikeli geçitler, karşılaştıkları insanlar ve topladıkları anılar, hepsi Eflâtun’un bir resim yapma biçimini değiştirir. Şehzadenin kimliğine dair şüphelerin ardında, sadece bir siyasi mesele değil, insan ruhunun derinliklerine dokunan bir arayış vardır.

Eflâtun, bu yolculukta yalnızca bir portre çizmekle kalmaz, aynı zamanda kendisinin, Leyla'nın ve çevresindekilerin iç dünyalarını da keşfeder. Bu hikaye, bir sanatçının, kimliklerin, inançların ve insan doğasının şekillendiği bir dünyada ne kadar büyük bir sorumluluğa sahip olduğunu sorgulayan bir yolculuktur. Hem bireysel bir keşif hem de tarihi bir olaya tanıklık etme arzusuyla, Eflâtun’un karşısına çıkan her zorluk, onun hem sanatını hem de insanlığını yeniden tanımlamasına olanak tanıyacaktır.