Sessiz ve dindar bir kasaba olan Scottsboro, Alabama’da geçen bu gerçek hikâye, derin inançların, gizli karanlıkların ve yılanların gölgesinde şekillenen bir suçun izini sürüyor. Pentekostal rahip Glenn Summerford, cemaatin gözünde Tanrı’nın hizmetkârı, vaazlarında ise şeytana meydan okuyan bir ruhani liderdir. Ancak 1991 yılında, karısını çıngıraklı yılanla öldürmeye teşebbüs ettiği suçlamasıyla gündeme gelmesiyle her şey altüst olur.

Yılanlar, Glenn’in vaazlarının ayrılmaz parçasıdır. İnançlarının bir sembolü, günahın üstesinden gelmenin bedensel bir yolu olarak tutulur ellerinde. Ama o gün, kutsallığın maskesi düşer. Eşi, zehirli bir yılan tarafından ısırıldığını ve bunun Glenn tarafından kasten yapıldığını iddia ettiğinde, sadece bir cinayet girişimi değil; bütün bir inanç sisteminin karanlık yüzü sorgulanmaya başlar.

Soruşturma ilerledikçe, çiftin geçmişi ortaya serilir: şiddet, baskı ve bastırılmış korkularla örülü bir evlilik. Davanın yankıları sadece mahkeme salonlarında değil, kilise sıralarında ve küçük kasaba halkının fısıltılarında da dolaşır. İnanç ve delilik arasındaki çizgi giderek bulanıklaşır.

Bu dava, Güney Appalachia’nın derinlerine inen bir yarayı açar. Kimi Glenn’i iblisin oyuncağı olarak görür, kimi ise onu Tanrı’nın sınanan kulu olarak savunur. Gerçek, dinin gölgesinde kaybolmaya yüz tutmuş gibidir.

Adalet, inançla ne zaman çarpışır?
Bu hikâye, sadece bir adamın işlediği ya da işlemediği suçun ötesinde, bastırılmış korkular, kör bağlılık ve kutsal görünen karanlıkların iç yüzünü gözler önüne seriyor.
Yılan sadece bir hayvan mıydı, yoksa şeytanın eli mi?