Genç bir bilim insanı, gözlerini açtığında kendini uzak bir gezegende, tamamen yalnız ve sessizliğin içinde bulur. Hafızası bulanık, zihni karmaşıktır. Çevresine baktığında, görev aldığı uzay istasyonunun kan gölüne döndüğünü fark eder. Mürettebatın tamamı vahşice katledilmiştir ve hiçbir yaşam belirtisi yoktur.

Dehşetle dolu anları geride bırakıp gerçekleri anlamaya çalışan kadın, istasyonun güvenlik kayıtlarını inceler ve kayıtlarda bilinmeyen, gölgeler arasında hareket eden tuhaf bir varlık görür. Ancak en ürkütücü olan şey, kayıtların bir noktada aniden kesilmesidir—sanki izleyen birinin gerçeği öğrenmesine engel olmak isteyen bir güç tarafından silinmiş gibidir.

Gezegende yalnız olmadığını hisseden kadın, her adımında daha da büyük bir kabusun içine çekildiğini fark eder. Kapalı alanlarda yankılanan uğursuz sesler, karanlığın içinde anlık görünen silüetler, her hareketini izleyen bir varlık… Olayın arkasında sadece ölümcül bir saldırgan mı vardır, yoksa istasyonun mürettebatının bilmeden serbest bıraktığı, çok daha korkunç bir şey mi?

Araştırması derinleştikçe istasyonun asıl misyonunu keşfeder: İnsanlığın daha önce hiç karşılaşmadığı, bilinç sahibi bir organizma ile temas kurma girişimi. Ancak bu varlık ne dost canlısıdır ne de iletişim kurmak istemektedir. O sadece hayatta kalmak için evrimleşmiş, zeki, şekil değiştirebilen ve korkunun en saf halini insanlara yansıtabilen bir yaratık…

Kadın, zamana karşı yarışırken, mürettebatın yaşadıklarını, yapılan hataları ve bu cehennemin nasıl başladığını çözmeye çalışır. Ancak gerçeğe yaklaştıkça, kendisinin de artık bir av olduğunu ve kurtulmak için yalnızca zekasına değil, içgüdülerine de güvenmesi gerektiğini anlar.

Şimdi, hayatta kalmak için savaşmaktan başka şansı yoktur. Ama bu bilinmeyen yaratık karşısında, insan olmak yeterli midir?