19.yüzyıl İngiltere’sinde geçen hikâye, Bay Dashwood’un ölümüyle başlar. Yasalar gereği tüm mirasını ilk evliliğinden olan oğluna bırakmak zorunda olan Bay Dashwood, oğlundan, ikinci karısı ve kızlarına destek olmasını rica eder. Ancak oğlunun karısı, bu servetin paylaşılmasını engellemek için elinden geleni yapar ve Dashwood kadınlarını maddi açıdan zor bir durumda bırakır.
Bu zor şartlar altında, hayata tamamen farklı gözlerle bakan iki kız kardeş, Elinor ve Marianne, aşkı ve mutluluğu ararken hem duygusal hem de ekonomik zorluklarla mücadele etmek zorunda kalırlar. Elinor, her zaman mantığıyla hareket eden, duygularını bastırmayı öğrenmiş, çevresine karşı sorumluluk hisseden genç bir kadındır. Öte yandan, Marianne, hislerine ve tutkularına göre yaşayan, romantizmi ve büyük aşkı arzulayan bir karakterdir.

Kadınların ekonomik bağımsızlıktan yoksun olduğu bu çağda, iki kız kardeşin evlenmekten başka bir seçenekleri yoktur. Ancak bu, sadece bir geçim kaynağı değil, aynı zamanda sevgi, tutku ve hayal kırıklığıyla dolu bir yolculuğa dönüşecektir. Marianne, büyük bir aşkın hayalini kurarken, kalbinin kırılmasıyla büyümeyi öğrenmek zorunda kalır. Elinor ise duygularını bastırarak aklının yolunu izler, ancak sonunda mutluluğa giden yolun yalnızca mantıkla değil, duygularla da şekillendiğini fark eder.

Zengin ve güçlü erkeklerin dünyasında ayakta kalmaya çalışan iki genç kadın, hem kalplerini hem de geleceklerini şekillendirecek seçimler yaparken, toplumsal baskılar ve ahlak kurallarıyla yüzleşmek zorunda kalırlar. Fakat ne mantık tek başına mutluluğu getirir ne de duygu... Aşk, ancak mantık ve duygunun dengede olduğu bir noktada gerçek anlamını bulur.