Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde, toplumsal ve politik kaosun iç içe geçtiği bir dönemde, genç ve güzel bir kız olan Fikriye, kasvetli bir İstanbul konağına gelin olarak gönderilir. Başlangıçta isteksiz bir şekilde evliliğe adım atan Fikriye, İstanbul'un eski sokaklarında kaybolmuş, tarihi ve gizemli bir konakta yeni hayatına başlamak zorunda kalır. Fikriye, zamanla konağın karanlık havasından rahatsız olur ve konak hakkında kasaba halkı arasında duyduğu cadı söylentileri onu derinden etkiler.

Konakta geçirdiği her gün, bir dizi garip ve ürkütücü olayla doludur. Efsanelere göre, bu konak eski bir aileye ait olup, yıllar içinde bir takım karanlık güçlerin etkisi altına girmiştir. Fikriye, konağın sahibi Naşit Nefi Efendi ile tanıştığında, bu gizemli adamın soğukkanlı, karizmatik ve derin bir geçmişe sahip olduğunu fark eder. Naşit Efendi, Fikriye’ye geçmişin sırlarını açmaya başlar. Her adımda, konaktaki karanlık atmosferin ardındaki gerçekleri öğrenmeye başlar.

Naşit Efendi, hem gerçek hem de metafizik bir dünyada, geçmişin gizemli sırları ve lanetlerle yüzleşmek zorundadır. Fikriye, zamanla bu sırlara çekilir ve Naşit Efendi ile birlikte geçmişin karanlık olaylarına doğru bir yolculuğa çıkarlar. Bu yolculuk, yalnızca fiziksel bir keşif değil, aynı zamanda ruhsal bir yolculuktur. Aşk, korku ve gizemle dolu bir atmosferde, Fikriye ve Naşit Efendi, hem kendi kimliklerini hem de konaktaki eski sırları çözmek için tehlikeli bir mücadeleye girerler.

Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünün ortasında, birbirine paralel olarak işleyen tarihi ve doğaüstü olaylar, Fikriye'yi hem içsel hem de dışsal anlamda bir dönüm noktasına taşır. Hem bir kadının toplumsal rolüyle hem de geçmişin lanetli sırlarıyla yüzleşmesi gereken Fikriye, kendini hiç beklemediği bir şekilde hem hayatını hem de kaderini şekillendirirken bulur.