1989-1990 yılları arasında işlediği cinayetlerle adını tarihe kazıyan Aileen Wuornos, dünyanın ilk kadın seri katili olarak ün kazanmıştır. Farklı bir trajedinin ve şiddetin gölgesinde geçen yaşamı, toplumun ve adalet sisteminin dikkatini çekmiş, birçok tartışmaya neden olmuştur. Aileen, bir hayat kadını olarak yaşadığı sürede, müşterilerinden yedi kişiyi öldürmüş ve bu cinayetler soğukkanlılığıyla kamuoyunu dehşete düşürmüştür. Onun hikayesi, cinayetleri işleyiş şekli ve bu süreçteki psikolojik durumuyla hem trajik hem de rahatsız edici bir tablo çizmektedir.

Cinayetler, kurbanlarını genellikle ormanlık alanlara götürüp öldürmesiyle karakterize edilmiştir. Polisin yaptığı araştırmalarda, yedi kurbanın cesedine ulaşılmış; ancak benzer yöntemlerle öldürüldüğünden şüphelenilen iki kişinin cesedine asla ulaşılamamıştır. Wuornos'un soğuk ve planlı yaklaşımı, onu diğer seri katillerden ayırırken, hikayesinin karanlık yönleri geçmişindeki travmalarda gizlidir.

Wuornos’un lezbiyen ilişkisi ve sevgilisiyle olan dinamikleri, onun davasını daha da dikkat çekici hale getirmiştir. Eski sevgilisinin mahkemede aleyhine tanıklık etmesi, davasının kaderini belirleyen en önemli etkenlerden biri olmuştur. Öte yandan, savunma avukatının Wuornos’un çocukluk döneminde yaşadığı ağır istismarları hafifletici neden olarak sunma çabaları, jürinin kararını değiştirememiştir. Aileen Wuornos, 1992 yılında yedi cinayetten suçlu bulunarak idama mahkum edilmiştir. Uzun süren hukuk süreçlerinin ardından, 2003 yılında zehirli iğneyle idam edilmiştir.

Aileen Wuornos’un hikayesi, bir yandan şiddet ve suçun karanlık doğasını sorgularken, diğer yandan insan psikolojisinin kırılganlıklarını ve toplumun birey üzerindeki etkilerini gözler önüne sermektedir. Onun yaşamı, sinemadan edebiyata birçok yapıtla anlatılmış, ancak hâlâ pek çok tartışmayı beraberinde getirmeye devam etmektedir.