Çaresizlik içindeki, uzun yıllardır çocuk sahibi olamayan bir çift, son çare olarak karanlık ve akıl almaz bir yola sapar: gözlerine kestirdikleri genç ve hamile bir kadını kaçırırlar. Kadın, taşra kıyısında terk edilmiş bir evde tutulurken, kocası ise onun kaybolduğunu bildirir ama çok geçmeden polisten acı haber gelir: bir ceset bulunmuştur ve kimlik tespiti yapılmıştır. Kadının eşi, sevdiği kadının öldüğüne inanmak zorunda kalır.

Ancak gerçek çok daha korkunçtur. Kaçırılan kadın hâlâ hayattadır ve doğum yaklaşmaktadır. Çift, bu çocuğu kendi çocukları gibi büyütmeye kararlıdır. Kadını hem fiziken hem ruhen izole eden çift, onu tüm dünyadan koparır, hayatta kalabilmesi için bebekten vazgeçmesi gerektiğine inandırmaya çalışırlar. Her gün daha da yalnızlaşan hamile kadın, içindeki umudu korumak için mücadele eder.

Bu sırada, genç kadının eşi, eşinin ölümüne dair bazı tutarsızlıkları fark etmeye başlar. Belirsiz adli tespitler, çelişkili görgü tanıkları, kaybolan güvenlik kameraları… Şüpheleri derinleşir ve gerçeği kendi başına araştırmaya karar verir. Her adımda karanlık bir ağ açığa çıkar; kaçırılma, planlı bir aldatmaca ve hastalıklı bir sevgiyle örülüdür.

Zaman daralırken, doğum yaklaşır. Kadının kurtuluş umudu giderek azalırken, kocası gerçeğe adım adım yaklaşır. Gerilim dolu bu hikâye; çaresizlik, takıntı ve adalet temaları etrafında dönerken, izleyiciyi “sevgi”nin karanlık yüzüyle yüzleştiriyor.