Londra’ya özel bir kargo taşımak için kiralanan Rus yelkenlisi, başlangıçta sıradan bir ticaret seferine çıkmış gibi görünse de, mürettebatı bekleyen korku dolu anlardan habersizdir. Geminin yükü arasında, tahta bir sandık içinde saklanan şeytani bir varlık bulunmaktadır. Gemi, denizin ortasına ilerledikçe, doğaüstü bir gücün gölgesi mürettebatın üzerine çökmeye başlar. İlk başta, olağan dışı olaylar küçük ipuçlarıyla kendini belli eder; garip sesler, karanlıkta hareket eden gölgeler, açıklanamayan kaybolmalar... Ancak bu esrarengiz olaylar hızla kanlı bir kâbusa dönüşür.

Her gece, bilinmeyen bir varlık mürettebatın bir üyesini avlayarak gemiden yok etmeye başlar. Denizciler, önce bunun bir lanet mi, yoksa bir uğursuzluk mu olduğunu anlamaya çalışırken, zamanla karşılarındaki tehdidin çok daha korkutucu ve eski bir kötülüğe ait olduğunu fark ederler. Gemi kaptanı ve hayatta kalan birkaç kişi, gün doğmadan yaratıkla yüzleşmek zorunda kalacaklarının bilinciyle, korkuyla titreyen lambaların ışığında savunma stratejileri kurmaya çalışır. Ancak bu, ölümcül bir zekaya sahip olan ve kanla beslenen bu varlık karşısında ne kadar etkili olacaktır?

Denizin ortasında kapana kısılan mürettebat, çaresizlik içinde hem kendileriyle hem de insan aklının kavrayamayacağı bu dehşetle savaşırken, gemide yaşanan vahşet ve paranoya artarak derinleşir. Giderek azalan mürettebatın her biri, sıranın kendilerine geleceğini bilerek korku içinde beklerken, gemide yalnızca bir avuç insan kalana dek bu ölümcül oyun devam eder. Gün doğmadan önce, hayatta kalanlar bu korkunç varlığı alt etmenin bir yolunu bulamazlarsa, gemi Londra kıyılarına bir ölüm gemisi olarak ulaşacaktır.

Karanlık ve klostrofobik atmosferiyle izleyiciyi içine çeken bu hikâye, Drakula mitosunun en korkutucu ve destansı anlatımlarından birini sunarken, izleyiciyi hem psikolojik gerilim hem de saf dehşetle yüzleşmeye davet ediyor.