Belle, 18. yüzyıl İngiltere’sinde geçen ve gerçek olaylardan esinlenen, kimlik, adalet ve sınıf ayrımcılığı üzerine güçlü temalar barındıran etkileyici bir dönem filmidir. Hikâye, İngiltere Yüce Mahkemesi başkanı Lord Mansfield’ın, siyahi bir köle kadından doğan gayrimeşru torunu Dido Elizabeth Belle’i malikânesine getirmesiyle başlar. Annesinin ölümünün ardından, babası olan İngiliz donanma subayı tarafından aristokrat aileye emanet edilen Belle, resmi olarak tanınmasa da, soylu bir ortamda büyütülür.

Belle, statüsü nedeniyle toplumda hem ayrıcalıklarla büyür hem de sürekli olarak dışlanır. Soylu bir ailede yetişmesine rağmen, cilt rengi ve doğumu yüzünden hiçbir zaman tam anlamıyla “eşit” kabul edilmez. Yemeğe ancak konuklar gittikten sonra oturabilir, resmi davetlerde kenarda tutulur. Bu ikili durum, Belle’in kimliğini sorgulamasına ve toplumun çelişkileriyle yüzleşmesine neden olur.

Ancak Belle’in yaşamı, adalet arayışında önemli bir dönüm noktasına dönüşür. Malikânede kaldığı süre boyunca, kölelik karşıtı genç bir hukuk öğrencisi olan John Davinier ile tanışır ve aralarında derin bir bağ oluşur. John’un etkisiyle Belle, İngiltere’nin köle ticareti politikalarına karşı çıkmaya başlar ve büyükbabası Lord Mansfield’ın önüne gelen tarihi bir kölelik davasında vicdanının sesini dinlemesi için ona ilham verir.

Belle, yalnızca bir genç kadının kendi yerini bulma hikâyesi değil; aynı zamanda dönemin katı sosyal hiyerarşisinin, ırkçılığın ve adalet sisteminin sorgulanmasıdır. Gugu Mbatha-Raw’ın güçlü performansı, zarif dönem atmosferi ve içten gelen politik mesajlarıyla film, tarihsel bir hikâyeyi duygusal ve düşündürücü bir anlatı haline getirir. Belle’in hikâyesi, geçmişin gölgesinde dahi hak ve eşitlik için sesini yükseltenlerin unutulmaz portresidir.