Gerçek bir hikâyeden ilham alan bu dramatik film, izleyiciyi 1977 yılına, kadınların sanat dünyasında henüz eşit şekilde temsil edilmediği bir döneme götürüyor. Başkarakter Sephi Milch, genç, zeki ve tutkulu bir klasik müzik bestecisidir. Ancak ne kadar yetenekli olursa olsun, kadın olduğu için baştan dezavantajlı bir konumda olduğunu bilir. Kendisini adamış olduğu müzik alanında, bir kadın besteciye yer olmadığını düşünenlerin ön yargılarıyla her gün savaşmak zorundadır.

Sephi’nin yolculuğu sadece sanatsal bir mücadeleden ibaret değildir. Nazi rejiminden sağ çıkmayı başaran ailesinin geçmişiyle de yüzleşmek zorundadır. Ablası Nana, onun tam zıttı bir karakterdir: cesur, sorgulayıcı ve hırçın. Bir dedikodu gazetesinde muhabirlik yapan Nana, aynı zamanda bir oyun yazarı olma hayalleriyle yanıp tutuşur. Nana, ailelerinin geçmişindeki karanlık boşlukları bir fırsat olarak görür; özellikle de ebeveynlerinin Nazi döneminden kalma gizli bağlantıları hakkında daha fazla şey öğrenmek istemektedir. Sephi ise bu geçmişin huzurunu kaçıracak kadar büyük sırlar taşıdığını hisseder ve kız kardeşinin ısrarına rağmen bu kapının açılmasını istemez.

Ancak kaderin onları sürüklediği Avrupa yolculuğu, sadece geçmişin izlerini sürmekle kalmaz; aynı zamanda onların kim olduklarını, neye inandıklarını ve aile bağlarının ne kadar derinlere gittiğini keşfetmelerini sağlar. Sephi ve Nana, hem birbirlerine karşı hem de ailelerine dair büyük bir gerçekle yüzleşmek zorundadır.

Kardeşlik, kadınların toplumdaki yeri, geçmişle hesaplaşma ve sanatsal ifade özgürlüğü gibi temaları işleyen bu film, güçlü diyalogları ve etkileyici atmosferiyle izleyicisini derinden sarsan bir yolculuğa çıkarıyor. Sephi’nin müziği, sadece notalardan ibaret değildir; aynı zamanda bastırılmış bir kuşağın çığlığı ve bir kadının sesini duyurma arzusudur.