Hicran, ailesinin baskısıyla istemediği bir evliliğe zorlanan genç bir kadındır. Geleneklerin ve ailesinin ondan beklediği hayatı yaşamak istemez. İçinde bulunduğu çıkmazdan kurtulmak için radikal bir karar alır ve nişan gecesinden önce her şeyi arkasında bırakıp kaçar. Gideceği yer bellidir: İstanbul.

Öte yandan Rıza, Hicran’la ailesinin uygun gördüğü bir eş olduğu için nişanlanmıştır. Hicran’ın onu sevmediğini, bu evliliği istemediğini en başından beri biliyordur. Bu yüzden genç kadının kaçışı ilk etapta onu pek etkilemez. Ancak zaman geçtikçe gururu incinir, çevresindekilerin imaları ve alayları kulağına çalınmaya başlar. Onu terk eden nişanlısı herkesin dilindedir. Rıza, içten içe Hicran’ı hiç tanımadığını fark eder. Acaba gerçekten onu tanımaya çalışmış mıdır? Yoksa sadece ailelerin çizdiği yol haritasına mı uymuştur?

Hicran’ın kayboluşu, Rıza’nın içine hiç beklemediği bir huzursuzluk salar. Onu bu kadar etkileyen şey gururu mudur, yoksa Hicran’a karşı farkında bile olmadığı bir bağlılık mı? Bu soruların cevabını aramak için ilk kez kendi kararını verir ve İstanbul’a gitmeye karar verir. Tek bildiği şey, Hicran’ın orada olduğudur.

İstanbul’a adım attığında, tahmin ettiğinden çok daha büyük ve karmaşık bir arayışın içine düşer. Hicran, şehrin kalabalığında kaybolmuş gibidir. Rıza, onu bulmaya çalışırken kendi iç dünyasıyla da yüzleşir. İstanbul sokaklarında ilerledikçe, aslında aradığı şeyin sadece Hicran değil, kendisi olduğunu fark eder.

Bu uzun yolculuk, Rıza ve Hicran’ın hayatlarını tamamen değiştirecek, belki de onları hiç tahmin etmedikleri bir sona sürükleyecektir.