Yetenekli ve karizmatik İrlandalı gitarist Louis ile genç ve zarif çellist Lyla'nın yolları, New York’un kalbinde, Washington Square’de kesişir. Şehrin kargaşasına rağmen, o gece etraflarında zaman adeta yavaşlar. İkisi için de sıradan bir karşılaşma değildir bu; müzik ve kaderin büyülü bir dokunuşuyla aralarında derin bir bağ oluşur. Ancak hayat, onları bu sihirli gecenin ardından ayrı düşürür. Ne Louis Lyla’dan, ne de Lyla Louis’den haber alır. Zaman geçer, yollar ayrılır, ancak aralarındaki bağın tamamen kopmasına izin vermeyecek bir şey vardır: Küçük August Rush.

August, henüz bir bebekken hayata yalnız başlamak zorunda kalan, sokaklarda büyüyen bir yetimdir. Ancak August sıradan bir çocuk değildir; içindeki müzik tutkusu ve olağanüstü yeteneği, adeta görünmez bir güç tarafından korunmakta ve yönlendirilmektedir. Sokakların sert yüzüne rağmen August, müziğiyle insanlara dokunur, kulaktan kulağa yayılan yeteneği sayesinde yavaş yavaş herkesin dikkatini çeker.

August, ne annesini ne de babasını tanır, ancak kalbinin derinliklerinde onları bir gün bulacağına dair sarsılmaz bir inancı vardır. Müziği, onun için yalnızca bir ifade biçimi değil, aynı zamanda ailesine ve köklerine ulaşacağı yolun ta kendisidir. Bir yandan sokaklarda hayatta kalmaya çalışırken, diğer yandan büyülü melodileriyle kalabalığın içinden sıyrılır.

Louis ve Lyla ise geçmişin izini silmeye çalışırken, içlerinde tarif edemedikleri bir eksiklik taşımaktadırlar. Fakat müzik, onları ve küçük August’ı görünmez bir iple birbirine bağlamıştır. Üçünün yolları, beklenmedik ve mucizevi bir şekilde yeniden kesişecek, aşk, kayıp ve müziğin iyileştirici gücü bu dokunaklı hikâyenin merkezinde yer alacaktır.

August Rush, kaderin, müziğin ve sevginin yollarını birleştirdiği, duygu yüklü ve ilham verici bir yolculuktur.