Ana, genç bir hemşire yardımcısı, yeni başladığı işte karmaşık ve ürkütücü bir deneyimle karşı karşıya kalır. Görevi, uzun süredir bitkisel hayatta olan bir kadının bakımını üstlenmektir. Kadının eşi Agustín ise nazik ve sessiz bir adamdır. Günler ilerledikçe Ana, Agustín'e karşı açıklayamadığı bir çekim hissetmeye başlar. Onunla paylaştığı kısa anlar, evin kasvetli atmosferinde Ana için bir parıltı haline gelir. Ancak bu yakınlaşma, hem profesyonel hem de etik sınırları zorlamaya başlar.

Ana'nın Agustín'e karşı hisleri derinleştikçe, evin karanlık sırları gün yüzüne çıkar. İlk başta yalnızca rüzgarın hareketiyle çarpan kapılar ya da yanıp sönen ışıklar gibi görünen olaylar, giderek artan bir şiddetle Ana'yı hedef almaya başlar. Gece boyunca yankılanan fısıltılar, izleyen gözlerin hissi ve soğuk bir dokunuş gibi hissettiren anlar, Ana'yı hem korkutur hem de meraklandırır.

Bir noktada, evdeki garip olayların sadece tesadüf olmadığını fark eder. Paranormal aktiviteler, özellikle Ana ve Agustín arasında bir bağ kurulduğunda daha da yoğunlaşır. Sanki görünmeyen bir güç, Ana'yı evden uzaklaştırmaya ve Agustín'i korumaya çalışmaktadır. Ana, bu olayların bitkisel hayattaki kadının ruhuyla bağlantılı olabileceğinden şüphelenmeye başlar. Kadının bilinçsiz bedeni, onun hala orada olduğunu mu göstermektedir? Yoksa bu, Ana'nın kendi vicdanının bir yansıması mıdır?

Geçmişin sırlarını araştırmaya başlayan Ana, Agustín'in evliliği ve eşinin bu duruma nasıl geldiği hakkında sarsıcı gerçeklerle yüzleşir. Ancak her adımda, onu bu keşiflerden uzaklaştırmak isteyen doğaüstü bir güçle savaşmak zorundadır. Ana, hem hissettiği romantik duygularla hem de tehditkâr ruhani güçlerle mücadele ederken, kendisini bu labirentten çıkarmanın bir yolunu bulabilecek midir?

Bu psikolojik gerilim ve doğaüstü dram, aşk, suçluluk ve geçmişin hayaletleriyle yüzleşmeyi anlatan tüyler ürpertici bir hikâye sunuyor.