Alice ve Celine, ayrılmaz bir ikili olup günlük rutinlerinden sırlarına kadar her şeyi paylaşmaktadırlar. Çocuklarının okula gitmesi, alışverişe çıkmaları ve hatta akşamları birlikte vakit geçirmeleri bile adeta senkronize bir şekilde yürümektedir. Bu iki kadın arasında mükemmel bir uyum vardır ve birbirlerine duydukları güven sarsılmaz görünmektedir.

Ancak bu uyum, bir gün Celine'in oğlunun Alice'in gözetimi altındayken trajik bir kazada ölmesiyle bozulur. Celine, çocuğunun ölümünden dolayı büyük bir acı ve öfke duyarak Alice'i suçlar. Bu trajedi, Celine'i derin bir paranoya ve koruma içgüdüsüyle dolu bir anneye dönüştürür. Hayatta kalan oğlunu her türlü zarardan koruma takıntısı, onu Alice'e karşı giderek daha fazla düşman hale getirir.

Alice ise, yaşadığı suçluluk duygusuyla baş edememekte ve Celine'in düşmanlığının giderek artmasından korkmaktadır. Suçluluk ve paranoya içinde boğulan Alice, Celine'in kendisine ve ailesine zarar vermek için bir plan yaptığını düşünmeye başlar. Celine'in takıntılı koruma arzusu ve Alice'in paranoyak korkuları, iki kadını kaçınılmaz bir çatışmaya sürükler.

Bu noktada, birbirlerine duydukları eski güven tamamen yok olmuştur. İki kadın, delilik ve şiddetle birbirlerine karşı amansız bir irade savaşına girerler. Celine, oğlunu koruma çabasında sınır tanımazken, Alice, kendisini ve ailesini korumak için her şeyi yapmaya hazırdır. Bu savaş, yalnızca iki kadının değil, çevrelerindeki herkesin hayatını derinden etkileyecek bir trajediye dönüşür.

Sonuç olarak, Alice ve Celine'in hikayesi, dostluğun ne kadar kırılgan olabileceğini ve trajik bir olayın insanları nasıl delilik ve şiddet dolu bir yola sürükleyebileceğini gözler önüne serer.