So-hee, sevgi dolu eşiyle birlikte mutlu bir hayat sürmekte ve ilk bebeklerini beklemektedir. Ancak bir sabah, gözlerini açtığında kâbus başlar: kocası tavana asılı hâlde, tam üzerinde sallanmaktadır. Bu korkunç manzarayla birlikte hem eşini kaybeder, hem de yaşadığı travmanın etkisiyle bebeğini. Henüz yasını bile tutamadan, eşi tarafından kendisine bırakılmış, daha önce hiç bilmediği ıssız bir bölgedeki evin varlığını öğrenir.

Ev, ilk bakışta rüya gibidir — doğanın ortasında, huzur vaat eden, çiftin hayalini kurduğu her şeye sahip. Ancak bu huzur yüzeyde kalır. Ev zamanla So-hee’ye tuhaf bir şekilde tanıdık gelmeye başlar. Rüyalarında daha önce gördüğü detaylar, çocukken duyduğu korkutucu masalları andıran sesler ve odalardaki açıklanamayan sıcaklık dalgalanmaları onu huzursuz eder. Zamanla birilerinin ya da bir “şeyin” evin içinde onunla birlikte yaşadığını hissetmeye başlar.

Eşinin ölümünü sorguladıkça, evin geçmişinde karanlık bir sır olduğunu keşfeder. Önce evin mimarisindeki tuhaflıklar, ardından geçmişte burada yaşayan ve gizemli şekilde ortadan kaybolan aileler hakkında öğrendiği bilgiler, So-hee'yi dehşete sürükler. Eşinin intiharı, hamileliği, evin bırakılması ve tüm bunların tek bir merkezde birleşmesi artık bir tesadüf değildir.

So-hee, kocasının ölümünü çözmeye çalıştıkça, kendisini ruhsal bir çöküş ile doğaüstü bir tehdidin eşiğinde bulur. Evin duvarları onun geçmişine, korkularına ve bastırılmış anılarına açılan birer kapıya dönüşür. Şimdi karar verme zamanı gelmiştir: Gerçeği ortaya çıkarıp bu lanetli döngüyü kıracak mı, yoksa ev onu da yutacak mı?

Bu film, kayıp, travma ve doğaüstü korkunun iç içe geçtiği, atmosferik bir psikolojik gerilim sunar.