Amerikalı yazar Lois Lowry’nin aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan The Giver, geçmişin tamamen silindiği, duyguların ve anıların yok edildiği sözde kusursuz bir toplum düzeninde geçiyor. Bu ütopik dünyada insanlar artık ne acıyı, ne mutluluğu, ne de gerçek özgürlüğü hatırlayabilmektedir. Suç, savaş, yoksulluk ve hastalıklar gibi insanlık tarihine ait karanlık kavramlar da hafızalardan silinmiştir. Toplum, her bireyin sıkı kurallarla kontrol edildiği bir düzen içinde barış ve eşitlik içinde yaşamaktadır — ya da öyle sanılmaktadır.

Ancak tüm bu geçmişin yükünü ve gerçeğini bilen tek bir kişi vardır: “Verici” (The Giver) adıyla anılan yaşlı bir adam. Toplumun geçmişe dair tüm bilgisi, onun zihninde korunmaktadır. 12 yaşına gelen Jonas, toplumda kendisine verilen görevle birlikte Verici'nin yanına çırak olarak atanır. Zamanla geçmişe dair anıları birer birer öğrenmeye başlayan Jonas, gerçek duygularla, acıyla, savaşla, sevgiyle ve seçim özgürlüğüyle tanışır.

Bu derin bilgilerle birlikte Jonas’ın dünyaya bakışı değişir; yaşadığı toplumun ne kadar yapay, bastırılmış ve duygusuz olduğunu fark eder. İçinde bulunduğu düzenin karanlık yüzünü görmeye başladıkça, yalnızca kendi hayatı değil, tüm toplum için de geri dönülemez bir yolculuk başlar.

The Giver, bireysellik, özgür irade, hafıza ve insan olmanın anlamı üzerine düşündüren güçlü bir distopya sunarken, izleyiciyi kontrol altındaki bir “mükemmellik” düzeninin ardındaki gerçekleri sorgulamaya davet ediyor.