Edremit’in huzur dolu bir sahil kasabasında geçen bu film, geçmişin gölgeleriyle bugünün hesaplaşmasını bir araya getiriyor. Türkan Şoray’ın hayat verdiği Suna karakteri, gençlik yıllarında yaşadığı anılardan kaçıp sakin bir yaşam sürmek için eczacılık mesleğini seçmiş ve üniversite dönemindeki arkadaşlarından biriyle evlenerek bu sahil kasabasına yerleşmiştir. Ancak geçmiş, her zaman olduğu gibi, iz bırakmadan kaybolmaz.

Bir gün, Suna’nın üniversite yıllarından yakın bir arkadaşı olan Sevgi, yıllar sonra onu bulur. Sevgi’nin ziyareti, Suna’nın yaşamındaki durağanlığı sarsmaya başlar. Ardından, aynı dönemde arkadaş gruplarının bir parçası olan Selim de onlara katılır. Böylece, üniversite döneminde 12 Mart muhtırasının gölgesinde büyüyen ve hayatın acımasız gerçekleriyle yüzleşen bu dört eski dost, kendilerini bir kez daha geçmişle yüzleşirken bulurlar.

Her biri yıllar içinde farklı yönlere savrulmuş olan bu karakterler, tekrar bir araya geldiklerinde gençlik hayallerini, ideallerini ve hayal kırıklıklarını sorgulamaya başlarlar. Sahil kasabasının dinginliği ve melankolik havası, onların içsel hesaplaşmalarına ve hayatlarının derinliklerine ayna tutar.

Suna, yalnızca bireysel hikâyeleri değil, aynı zamanda bir dönemin toplum üzerindeki etkilerini ve insanların hayatta kalma çabalarını ele alan bir anlatı. Geçmiş, gelecek ve bugünün kesişiminde, dostluk, pişmanlık ve değişim temalarını işlerken seyirciyi duygusal bir yolculuğa çıkarıyor. Engin Ayça’nın 16 yıl sonra sinemaya dönüş yaptığı bu film, aynı zamanda Türkan Şoray’ın performansıyla unutulmaz bir yapıt olarak hafızalarda yer ediyor.