İşitme engelli polis dedektifi Alex Carter, keskin zekası ve olağanüstü algıları sayesinde başarılı bir kariyer sürdürmektedir. Duyusal sınırlamaları ona engel olmak yerine, adaleti sağlamada kullandığı bir avantaj haline gelmiştir. Ancak, en son yürüttüğü dava, onu kişisel ve mesleki sınırlarının ötesine sürükleyecektir. Dedektif Carter, bir cinayet davasında tercüman olarak çalışırken, apartmanında yaşayan işitme engelli bir tanığın, bir suç örgütü tarafından hedef alındığını öğrenir. Tanığın, örgütün karanlık işlerini ortaya çıkarabilecek önemli bilgilere sahip olduğunu fark eder.

Suçlular, tanığı ortadan kaldırmak için her yolu denerken, Carter hem tanığı korumak hem de suçluları adalete teslim etmek için zamana karşı yarışmaya başlar. İşitme engelli olması onu dezavantajlı gibi gösterse de, Carter bu mücadelede duyusal becerilerini, sessizliği kendi lehine çevirerek suçluların bir adım önünde olmayı başarır. Bu süreçte hem kendi engellerini aşmak zorunda kalır hem de toplumun işitme engellilere karşı taşıdığı önyargılarla savaşır.

Gizlilik, strateji ve zekasını kullanarak suç örgütüne karşı amansız bir mücadele verirken, hem tanığı korumak hem de adaletin yerini bulmasını sağlamak için her adımını dikkatle planlamak zorundadır. Tehlike gittikçe artarken, Carter’ın bu zor görevi başarıyla tamamlayıp tamamlayamayacağı merak konusu olur. Adalet, zeka ve insanın içindeki azimle ne kadar uzağa gidilebileceğini gösteren bu hikaye, Carter’ın toplumla ve kendisiyle verdiği büyük bir savaşı anlatır.