Annabel, sosyetik çevresinde saygı duyulan genç bir kadındır, ancak hayatı babasının ani ölümüyle sarsılır. New York'un elit dünyasında, en yakın arkadaşı tarafından yönlendirilen sıkı ve kapalı bir sosyal çevrenin içinde yer alır. Ancak Annabel, şehrin dışlanmış bir sanat dünyasıyla tanıştığında hayatı büyük bir değişim geçirir. Çekici ve gizemli fotoğrafçı Theo, onun ilgisini çeker ve Annabel, kendini bu tutkulu adama kaptırır. Theo’nun, Annabel'i şehrin gizli kalmış yerlerine ve sanatsal ruhun derinliklerine çekmesiyle, Annabel’in dünyası adeta ikiye bölünür.

Lüks yaşam tarzı ile şehir merkezinin özgür ve enerjik sanat dünyası arasında sıkışıp kalan Annabel, bir yandan sosyetik çevresine sadık kalma baskısını hissederken, diğer yandan Theo’nun kışkırtıcı cazibesine karşı koyamaz. Babasının ölümünden sonra, ailesine duyduğu sorumlulukla sanat dünyasına duyduğu özgürleşme arzusu arasında kalır. Ancak Theo, ona sadece şehrin değil, kendi içsel dünyasının da keşfedilmemiş yönlerini gösterir. Annabel, toplumun ondan beklediği hayatla kendi içsel dürtüleri arasında bir seçim yapmak zorunda kalır.

Bu süreçte Annabel, ne kadar ileri gideceğine ve kim olmak istediğine karar verirken, kendini bulma yolculuğunda cesurca adımlar atar. Tutku, özgürlük ve kimlik arayışı üzerine inşa edilen bu hikaye, Annabel’in hem dış dünyayı hem de kendi benliğini keşfetme serüvenini anlatıyor.