1940'ların New York'undayız. Büyük binaların göğe yükseldiği, caddelerin kalabalık olduğu, jazz müziğinin sokaklardan duyulduğu bu dönemde, C.W. Briggs, çalıştığı sigorta şirketinin en tanınmış ve başarılı müfettişidir. Çözümsüz hiçbir sahtekarlık vakası bırakmayan C.W., hem şirket içinde hem de sektör genelinde bir efsane haline gelmiştir.

Ancak, şirketin modernleşme adımları kapsamında, ofisi yeniden organize etmesi için işe yeni alınan Betty Ann Fitzgerald ile C.W.'nin yıldızı bir türlü barışmaz. Betty Ann, parmak izi analizleri ve diğer yeni polisiye metotlara büyük önem vermektedir. Onun gözünde, C.W.'nin sezgisel yöntemleri ve eski usul dedektiflik teknikleri artık modasını yitirmiştir.

C.W. ise, suçluların 'beynine girdiğini' iddia eder ve olayları hisleriyle çözmektedir. Onun için önemli olan, suçu işleyen kişinin düşünce yapısını ve motivasyonlarını anlamaktır. Bu sezgisel yaklaşımı sayesinde bugüne kadar birçok zor vakayı başarıyla çözmüştür. Ancak Betty Ann’in teknik ve analitik yöntemlerine karşı duyduğu güvensizlik, ikilinin sık sık çatışmasına yol açar. Bu dinamik, eski ile yeninin, geleneksel ile modernin çatışmasını temsil ederken, aynı zamanda suç ve adalet kavramlarına dair derin bir tartışmayı da beraberinde getirir.