Genç bir adam olan Mert, aldığı ani bir haberle sarsılır: Babası vefat etmiştir. Ne kadar hazırlıksız olsa da Adana’ya gitmek zorundadır. Ancak uçak korkusu, Mert’in işini zorlaştırır. Tek seçeneği, uzun ve yorucu bir araba yolculuğuna çıkmaktır. Zamanla yarışan ve aklı babasının ölüm haberiyle karmakarışık olan Mert, Adana yolunda bir benzinlikte mola verir. Fakat bu sıradan mola, hayatının akışını değiştirecek olayların başlangıcı olur.

Mert, marketten çıktığında aracının yerinde yeller estiğini görür. Arabası çalınmıştır ve o an, yapayalnız, çaresiz ve öfkeli bir şekilde yolun ortasında kalır. Ne yapacağını bilemez halde etrafına bakınırken, aynı benzinlikte bir başka genç adamla karşılaşır: Yiğit.

Yiğit’in hikâyesi de en az Mert’inki kadar ilginçtir. Yedi ay önce babasını kaybetmiş olan Yiğit, babasının kendisine bıraktığı vasiyet listesini yerine getirmek için yollardadır. Ancak babası bu listeyi uygularken tek bir şart koymuştur: "Yola yalnız çıkma." Yiğit, Mert’in arabasının çalındığını öğrenince, kaderin sunduğu bu fırsatı değerlendirmeye karar verir. Kurnaz bir plan yapar ve kendi arabasının da çalındığı süsünü vererek, Mert’i birlikte yola devam etmeye ikna eder.

Başka seçeneği kalmayan Mert, içinde şüphe ve huzursuzluk taşısa da Yiğit’in teklifini kabul eder. İkili, Adana yolunda zorlu, sürprizlerle dolu, hem komik hem duygusal bir yolculuğa çıkar. Yol boyunca başlarına gelen sıra dışı olaylar, birbirlerine ve geçmişlerine dair bilmedikleri gerçekleri ortaya çıkarır. Mert, babasının ölümüyle ilgili sorgulamaya başladığı noktada Yiğit’in gizemli vasiyetiyle de yüzleşmek zorunda kalır. İki yabancının yolları, aslında çok daha derin ve beklenmedik bir şekilde kesişecektir. Bu yolculuk, sadece fiziksel değil, duygusal bir hesaplaşmanın ve kendini bulmanın da yolculuğuna dönüşür.