Andrew Blake, sevdiği eşinin ani ölümünden sonra derin bir depresyona girer. Hayatının bir anlamını yitirdiğini hisseden Andrew, Londra'daki rutininden kaçmak ister. Eşinin anılarıyla dolu Fransa'daki küçük köy evine dönmeye karar verir. Bu ev, onun ve eşinin bir zamanlar mutlu günler geçirdiği, hayatlarının en güzel anılarını paylaştıkları yerdir.

Fransa'ya vardığında, eski evi bulur ama her şeyin değiştiğini fark eder. Köy, hatırladığı yer olmaktan çok uzaktır; eski dostları taşınmış veya hayatlarını kaybetmiştir. Ev de tıpkı Andrew gibi zamanın yıpratıcı etkilerine yenik düşmüştür. Andrew, her köşede, duvarlarda ve bahçede, eşinin hayalet gibi beliren anılarını görmeye başlar. Ancak, bu anılar ona huzur getirmek yerine, içindeki acıyı daha da derinleştirir.

Köyde kaldığı süre boyunca, Andrew yavaş yavaş eski dostluklarını yeniden kurmaya çalışır ve yerel halkla tanışır. Herkesin kendi sorunları, kayıpları ve hayal kırıklıkları vardır. Andrew, insanların hayatlarını yeniden inşa etmek için nasıl mücadele ettiğini görür ve kendi yolculuğunda da bunu yapmayı öğrenmeye başlar. Ancak, geçmişin gölgeleri onu bırakmaz, ve Andrew, hayatını devam ettirmek için gerçek anlamda yüzleşmesi gereken karanlık sırlarla karşı karşıya kalır.

Bu süreçte, Andrew, geçmişle vedalaşmanın ve yeni bir başlangıç yapmanın, hatıralarıyla barışmanın bir yolunu bulmaya çalışır. Fransa'daki bu yolculuk, ona sadece geçmişini değil, aynı zamanda geleceğini de yeniden inşa etmek için bir fırsat sunar. Ancak bu, hiç de kolay olmayacaktır. Kendi içindeki karanlıkla, yalnızlıkla ve kaybettiği aşkın yasıyla yüzleşmek zorunda kalacaktır.