Ali, ailesiyle birlikte sade bir hayat süren, fotoğraf çekmeye tutkuyla bağlı genç bir adamdır. Günlerini, şehrin sokaklarını, doğanın güzelliklerini ve insanların hikâyelerini fotoğraf karelerine sığdırarak geçirir. Ancak hayatı, beklenmedik bir anda, kendisine miras kalan genetik bir rahatsızlıkla altüst olur. Bu rahatsızlık, onu yalnızca fiziksel olarak değil, ruhen de derinden sarsar. Ali, hastalığının kökenini araştırmaya başladığında, kendisini Bosna Hersek’e uzanan gizemli ve acı dolu bir yolculuğun eşiğinde bulur.

Bosna Hersek, Ali için tamamen yabancı bir topraktır. Dilini bilmediği, tarihine hâkim olmadığı, ama bir şekilde içsel bir çekim hissettiği bu ülkeye doğru yola çıkar. Taşıdığı ağır sorular ve geçmişinden gelen bilinmezliklerle Bosna sokaklarında dolaşırken, onunla kaderin bir başka sürprizi karşılaşır: Hana.

Hana, savaşın izlerini hâlâ ruhunda taşıyan, hassas ve güçlü bir genç kadındır. Küçük bir kasabada öğretmenlik yaparken, Ali ile yolları kesişir. İlk başta, Ali’nin kaybolmuş bakışlarında kendinden bir şeyler bulur. Ali'nin Bosna’daki yabancılığına ve yalnızlığına kayıtsız kalamaz. Ona hem bir rehber hem de bir dost olur.

İkili, birlikte Bosna'nın eski kasabalarını, yıkık dökük köylerini, savaşın izlerini taşıyan sokaklarını ve mezarlıklarını dolaşır. Ali, her fotoğraf karesinde, geçmişin gölgelerini, kaybolmuş hayatları ve umutları arar. Hana ise ona yalnızca yolları değil, aynı zamanda Bosna'nın acı dolu ama onurlu tarihini, insanların kayıplarını ve hayatta kalma hikâyelerini anlatır.