Önemli bir cinayet davasında jüri üyesi olarak görev yapan aile babası Justin Kemp, kendini ciddi bir ahlaki ikilemle boğuşurken bulur. Bu sıradan görünen görev, giderek karmaşık ve kişisel bir mücadeleye dönüşür. Justin’in elindeki bilgi, jüri kararını etkileyebilir ve sanığın suçlu bulunmasını ya da serbest kalmasını sağlayabilir. Ancak bu karar, adaletin sağlanması ile kendi vicdanı arasında bir çatışmaya yol açar.

Dava, toplumu derinden sarsan, büyük bir medya ilgisi uyandıran bir cinayetle ilgilidir. Kanıtlar ve tanık ifadeleri kafa karıştırıcıdır; hem sanığın suçlu olduğuna hem de masumiyetine dair güçlü argümanlar vardır. Justin, davayı dikkatlice incelerken, kararının yalnızca sanığın değil, mağdurun ailesinin ve hatta kendi ailesinin hayatını nasıl etkileyebileceğini fark eder.

Bu süreçte, Justin’in geçmişine dair karanlık bir sır ortaya çıkar: Sanığın savunmasıyla benzerlik taşıyan bir durum, yıllar önce kendi ailesini derinden etkilemiştir. Bu bağ, onun davaya objektif yaklaşmasını zorlaştırır ve içsel bir hesaplaşmaya sürükler. Bir yandan jüri üyeleri arasında adalet için mücadele ederken, diğer yandan kendi inançlarını ve ahlaki duruşunu sorgular.

Davaya yaklaşan karar günü, gerilim doruğa ulaşır. Justin’in vicdanı ve ahlaki değerleri arasında verdiği mücadele, onu büyük bir dönüm noktasına getirir: Adaleti mi seçecek, yoksa kendi çıkarlarını mı koruyacak? Finalde, alınacak kararın sonuçları, yalnızca mahkeme salonundakileri değil, Justin’in hayatını ve ailesiyle olan ilişkisini de kökten değiştirecektir.

Bu hikâye, adalet, vicdan ve insan doğasının karmaşıklığı üzerine derin bir inceleme sunarken, ahlaki kararların ne kadar zorlayıcı olabileceğini güçlü bir şekilde gözler önüne seriyor.