Interpol ajanı, sanat dünyasını sarsan bir dizi cesur hırsızlık vakasını araştırırken, çalınan eserlerin izini sürerek suçlunun kimliğine yaklaşır. Yaptığı derinlemesine analizler ve güvenlik kameralarından elde ettiği ipuçları, onu beklenmedik bir gerçeğe götürür: Peşinde olduğu usta hırsız, yıllar önce hayatının aşkı olan ancak gizemli bir şekilde ortadan kaybolan eski sevgilisidir.

Bu şok edici keşif karşısında duygularını bir kenara bırakmaya çalışan ajan, görevine odaklanarak onu suçüstü yakalamak için zekice bir plan hazırlar. Ünlü bir müzayedede sergilenecek paha biçilemez bir tabloyu yem olarak kullanmaya karar verir. O gece, tüm güvenlik önlemleri en üst seviyeye çıkarılmış, müzayede salonu ajanlar tarafından kuşatılmıştır. Ancak, eski sevgilisinin yeteneklerini bilen ajan, onun geleneksel yöntemlerle yakalanamayacağını da çok iyi bilmektedir.

Planına göre, sahte bir alıcı kılığına girerek sevgilisiyle yüz yüze görüşme fırsatı yaratacaktır. Ancak işler umduğu gibi gitmez. Eski sevgilisi, bir hırsız olmasının ötesinde, sanatı ve özgürlüğü kendi kurallarına göre yaşayan zeki, manipülatif ve karizmatik bir kadındır. Ajanın planını fark ettiğinde, onu kendi oyununda alt etmek için baştan çıkarıcı ve tehlikeli bir kedi-fare oyununa sürükler.

Bir yandan mesleği ve adalet duygusu, diğer yandan geçmişin izleri ve hâlâ sönmemiş duyguları arasında sıkışıp kalan ajan, akıl oyunlarının ve ihanetin iç içe geçtiği bu kovalamacada kime güvenebileceğini sorgulamaya başlar. O gece, planlandığı gibi bitmeyecek; büyük soygun gerçekleştiğinde, hem ajan hem de hırsız kendilerini sadece sanat dünyasını değil, kendi geçmişlerini ve geleceklerini de sorgulamak zorunda oldukları bir oyunun içinde bulacaklardır.

Aşk mı galip gelecektir, yoksa adalet mi?