Kudüs’ün tarih kokan taş yollarında, insanların gölgesinden bile hızlı koşabilen küçük bir tay yaşar: Riyah. Henüz küçücük bir tay olmasına rağmen, içinde büyük bir hayal taşır — annesi Şiraz gibi, kutsal şehirler arasında mesaj taşıyan efsanevi bir ulak atı olmak. Bu sadece bir meslek değil; cesaretin, sadakatin ve sorumluluğun sembolüdür. Annesi Şiraz, yıllar boyunca bu kutsal görevi başarıyla yerine getirmiş, ancak artık yaşının da etkisiyle tayının geleceği için kaygılanmaya başlamıştır.

Riyah, annesinin gölgesinden çıkıp kendi yolunu çizmeye kararlıdır. Ancak bu hayal, sadece hızla koşmakla değil; doğru yolu bulmakla, tehlikelerden yılmamakla, karanlık niyetleri sezmekle ve en önemlisi de içsel bir olgunlukla mümkün olacaktır. Şiraz, oğlunun hayallerine saygı duyar ama onun henüz bu yolculuk için hazır olmadığını düşünür. Bu nedenle anne ile tay arasında zaman zaman fikir ayrılıkları yaşanır. Ancak kader, Riyah’ın yolunu çok daha erken açacaktır.

Bir gün, Şiraz ve Riyah, Kudüs yakınlarında mola verdikleri sırada, önemli bir devlet belgesini çalmaya çalışan adamlarla karşılaşırlar. Yaşanan arbede sırasında belge, Riyah’ın önüne düşer. O andan itibaren, artık sadece bir hayal değil, bir görev de yüklenmiştir omuzlarına. Belge, acilen Mekke’deki Komutan Ammara’ya ulaştırılmalıdır. Riyah, bu fırsatla hem bir ulak atı olarak ilk görevine çıkmış olur, hem de hayatını kökünden değiştirecek bir maceraya atılır.

Yolculuk boyunca, çölde yol kesen haydutlardan tut, yanlış yönlendiren kervan liderlerine, kıskanç rakip hayvanlara kadar pek çok zorlukla karşılaşır. Bazı anlarda umutları tükenir, annesinin sözlerini hatırlar. Şiraz ise oğlunun peşinden sessizce yola koyulmuş, uzaktan onu takip etmektedir. Her adımında onun büyüdüğünü, olgunlaştığını görmekte, ama gerektiğinde müdahale etmek için tetikte beklemektedir.