İdealist bir ceza avukatı olan Canan, yıllarını adaletin peşinden koşmaya adamış, dürüst ve kararlı bir kadındır. Gündüzleri adliyede zorlu davalarla mücadele ederken, geceleri hastanede solunum cihazına bağlı olarak yaşayan ağır hasta annesine refakat etmektedir. Hayatı bu iki zıt dünya arasında sıkışmış bir şekilde geçer; adliyede suçlu ve suçsuzun, hastanede ise yaşam ve ölümün ince çizgileri arasında denge kurmaya çalışır.

Canan'ın kariyerindeki en önemli davalardan biri, uzun zamandır savunduğu bir cinayet zanlısının karar duruşmasıyla zirveye ulaşmak üzeredir. Sanığın suçsuz olduğuna tüm kalbiyle inanmış ve onu aklamak için elinden geleni yapmıştır. Ancak davanın son günü gelip çattığında, Canan kendini beklenmedik bir ahlaki ikilemin içinde bulur. Karar duruşmasının gerçekleşeceği gün, annesinin durumu kritik bir hal alır ve doktorlar her anını yanında geçirmesi gerektiğini söyler. Annesinin hastanede yaşamla mücadele ettiği bu hassas anda, Canan'ın mahkemede bulunması zorunludur; çünkü tek bir hata, hem müvekkilinin hayatını karartabilir hem de yıllardır inşa ettiği mesleki itibarını yerle bir edebilir.

Bu çelişki içinde sıkışıp kalan Canan, yalnızca kendi değil, aynı zamanda annesinin, hâkimin ve sanığın hayatını etkileyecek büyük bir ahlaki kararın eşiğindedir. Anneliğin, adaletin ve vicdanın birbiriyle çatıştığı bu an, Canan'ı hem kişisel hem de mesleki anlamda en büyük sınavıyla karşı karşıya bırakır.