Yaklaşmakta olan düğününe dair derin şüpheler taşıyan Mia, nişanlısı Jack’in ani ve beklenmedik ölümüyle sarsılır. Ancak, herkesin aksine, Mia düğünün iptal edilmesine karşı çıkar ve Jack’in ölümüne rağmen düğünün devam etmesini ister. Ailesi, arkadaşları ve hatta toplumun baskısına rağmen, Mia hayatının bu anını Jack ile geçirmeye karar verir ve düğün hazırlıklarına kaldığı yerden devam eder.

Mia'nın bu kararı, hem ailesi hem de çevresindeki insanlar tarafından büyük bir şaşkınlıkla karşılanır. Ailesi ona yas tutması gerektiğini söylerken, arkadaşları onu akıl sağlığından şüphe eder hale gelir. Hukuk sistemiyse, böyle bir nikahın yasal olamayacağını açıkça belirtir. Ancak Mia, tüm bu zorluklara ve engellere rağmen kararından dönmemekte kararlıdır. Jack ile olan bağını sadece ölümle sınırlı görmemektedir; onunla olan son anlarını onurlandırmak ve kendi yolunda ilerlemek istemektedir.

Düğün gününe yaklaştıkça, Mia bir yandan kamuoyunun sert eleştirileriyle mücadele ederken, bir yandan da Jack’in ailesi ve kendi ailesiyle derin çatışmalar yaşar. Bu karar, sadece Jack’in ölümüyle başa çıkma biçimi değil, aynı zamanda toplumun normlarına karşı bir başkaldırıdır. Mia'nın düğününü iptal etmeyi reddetmesi, çevresindekilere sadece ölümün değil, hayatın kendisinin ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatır.

Düğün günü geldiğinde, Mia gelinlik içinde kiliseye adım attığında, duygusal bir yolculuğun ve büyük bir yüzleşmenin ortasında bulur kendini. Toplumun, yasaların ve ailesinin tüm itirazlarına rağmen Mia, Jack ile olan bağını dünyaya bir kez daha göstermekte kararlıdır. Ancak nihayetinde, bu süreç Mia'yı sadece kaybıyla değil, kendisiyle de barışmaya zorlayacaktır.

Mia'nın bu sıra dışı düğünü, sadece ölüme değil, aşkın doğasına, kayıplara ve insanların en büyük acılarla nasıl yüzleştiğine dair bir hikaye haline gelir. Tüm itirazlara rağmen Mia’nın cesurca attığı adımlar, hayatın en beklenmedik anlarında bile sevginin nasıl yaşanabileceğine dair derin bir ders verir.