Ünlü bir akademisyen olan Berna Tuna’nın ani ölümü, ailesinde derin bir boşluk yaratır. Berna'nın yokluğu, özellikle kocası Macit üzerinde ağır bir gölge gibi gezinir. Yıllar boyunca kariyerinin ve kendi bencilliğinin peşinden sürüklenen Macit, şimdi geçmişte yaptığı hatalarla yüzleşmek zorundadır. Berna’nın ölümü ona, kaybettiği ailesiyle – özellikle de yıllarca ihmal ettiği kızı İpek’le – yeniden bağ kurabilme şansı sunar. Ancak bu şans, sandığı kadar kolay olmayacaktır.

İpek, babasına karşı içinde yıllardır biriktirdiği kırgınlık ve öfkeyle, mesafeli ve soğuk bir duruş sergiler. Onun için babası, sadece annesinin yokluğunda ortaya çıkan bir yabancıdır. Macit ise bu mesafeyi aşmak ve kaybettiği zamanı telafi etmek ister, ama her hamlesinde eski yaraların kanadığını görür.

Berna'nın ölümü yalnızca duygusal bir yıkım yaratmaz; aynı zamanda ailesi arasında yeni bir çıkar çatışmasını da ateşler. Macit ve Berna’nın oğlu Alp, genç yaşına rağmen annesinin mirasına olan ilgisini açıkça gösterir. Alp’in gözünde, annesinin bıraktığı servet, yıllardır görmezden gelindiği hayatın bir telafisi gibidir. Oysa daha tehlikeli bir tehdit sessizce büyümektedir: Berna’nın kariyer yolculuğunda her adımında yanında olan, ama görünürde yalnızca bir asistan olan Feyza.

Feyza, yıllar boyunca Berna'nın gölgesinde sessizce kendi hırslarını beslemiş, onun güvenini kazanarak evin içine kadar sızmıştır. Berna'nın ölümünden sonra ise, geride kalan mirasın sadece maddi değil, manevi tarafı üzerinde de söz sahibi olabileceğini düşünmeye başlar. Feyza’nın sahneye çıkışı, Macit’in ve İpek’in geçmişteki hataları onarmaya çalıştığı bu kırılgan zemini tehdit eder.